Seçimden sonra şu yazıyı yazmak istemiyorum

Çünkü bir anlamı olmayacak.

Şimdi olacak mı, onu da bilmiyorum.

En azından bir kişiye bile ulaşsa ve onun kararını etkilese kendimi iyi hissedeceğim.

Bu yazıyı, bu yazı haklı çıkmasın diye yazıyorum. Burada yazıldığı gibi olmasın diye yazıyorum.

İşte seçimden sonra yazmak istemediğim o yazı şöyle:

“CEHENNEMİN KAPISI YOKMUŞ

Bu seçim cehennemin kapılarını kapatma seçimiydi.

Öyle zannediyorduk.

Meğer o dönemeçleri çoktan geride bırakmışız.

Şimdi anladık.

Cehennemin kapısı kalmamış ki!

Zebaniler onları çoktan söküp atmış.

Ve biz daha yeni aydık.

****

Her seçimde, her hilede, her balkonda zafer zafer büyüyen cehennemler varmış.

Kapılar aça aça ilerlemiş Erdoğan. 

Her hırsızlıkta, her yolsuzlukta, her hukuksuzlukta…

“Üç maymun”cuk vardı elinde; her suskunlukta, her görmezlikte, her duymazlıkta dev geçitler açtı.

Açtığı her kapı hemen hızlıca kapatılmadığından, açılan her kapıdan kudurmuş gibi saldıran alevler hep başkalarını yaktığından, açılan her kapıdan içeriye bir tekme de biz vurup birilerini yuvarladığımızdan, çığlıkları duymadığımızdan, umursamadığımızdan…

Bir de baktık ki kapılar kapatmakla bitmeyecek kadar çoğalmış.

Hatta kapı diye bir şey kalmamış, cehennem ağzına kadar açılmış.

Bütün ülke cehenneme dönmüş.

 ****

Şimdi geldik mi o meşhuuur “Sarı Öküz`ü vermeyecektik” anına?

Meğer o seçimler çoktan yapılmış.

Hatırlıyor musunuz, “Atı alan Üsküdar’ı geçmişti” bir vakit?..

Cehennemin bir kapısından fırlayarak dört nala…

Bir kısrak başı gibi, gafletimizi yüzümüze vura vura…

Belki de o vakitti son seçim.

“Yapmayın,” dedik, “Hiçbir faniye verilmez bu kadar yetki…”

Dinletemedik.

Öylece kaçtı belki de son tren. 

Köprüden önceki son çıkış oydu belki.

“Bu sistem tek adam rejimi demektir. Bu kadar yetki ile Musa olsa Firavun olur, yapmayın,” dedik, dinlemediler.

“Türk tipi başkanlık diye bir şey olmaz. Böyle bi başkanlık, padişahtan bile daha kudretli. Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır” dendi, yedi uyuyanlar uyanmadı.

O referandum mühürsüz oylarla kabul edildi.

Anamuhalefet lideri Kılıçdaroğlu, kısa bir basın toplantısı yaptı. Gazetecilerden soru bile almadan indi ve ilk akşamdan kapıları kapatıp evine gitti.

Kapanan yanlış kapıydı, çok geç anladık. 

Şimdi aynı adamla doğru kapıları kapatmayı denedik.

Olmadı.

Artık çok geçti.

****

Hani Tayyip Erdoğan, daha 2012 yılında,  “İşte bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya, o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor,” demişti, anımsıyor musunuz?

Orada anlamalıydık neyin peşinde olduğunu.

Ayağa kalkmalıydı bütün ülke.

Hemen kapatmalıydık o kapıyı.

Kapatmadık.

Sonraki ilk seçimde ve ilk turda cumhurbaşkanı oldu.

Yetmedi.

Türk tipi başkanlık istedi. Yani kuvvetler ayrılığının olmadığı, ona ayak bağının kalmadığı, bütün yetkilerin onun elinde toplandığı, ağzından çıkanın kanun sayıldığı bir rejim… 

“400`ü verin, bu iş huzur içinde çözülsün,” dedi.

Alamayınca huzura dinamit koydu; ülkeyi yaktı, yıktı, cehenneme çevirdi.

O zaman kapanmalıydı o cehennemin kapıları.

Heyhat, 1 Kasım seçiminde yeniden tek başına iktidar hediye edildi.

Belki de o zamandı son çıkış.

****

Hileli bir 15 Temmuz laneti ile cehennemin kapıları ardına kadar açıldı. 

Tam 2 sene ülkeyi OHAL`le yönetti.

Rejimi değiştirecek anayasa değişikliği de bu şartlarda milletin önüne getirildi.

Referandumdan aylar önce yaptığı bir konuşmada, “Çobanlık deyip hafife almayın. Çobanlığın felsefesini anlamayan, psikolojisini anlamayan insan yönetemez. Ben de bir çobanım,” deyiverdi.

Açıkca söylüyordu işte: Hepimiz onun sürüleriydik.

İtirazı olmayanlar peşinden koştu.

Çünkü “sürü ahlakı” güç istenci ile sarhoştu.

Öyle öyle çiftliğe çevirdi bütün memleketi.

Dedim ya, o seçim mühürsüz oylarla kabul edildi ve herkes seyretti.

****

Şimdi kapıları kapatma derdindeyiz.

Kapılar tutmuyor artık cehennemin ağzını.

Şimdi anladık.

Kuvvetler ayrılığı olmadan kapı kapanmazdı. Kapanır zannettik.

Gücü denetleyen ve dengeleyen mekanizmalar olmadan demokrasi olmazdı.

Olabilir zannettik.

Hesap verebilir bir yönetim olmasa da hesap sorabiliriz zannettik.

Mesela bağımsız ve güçlü bir medya olmadan olmazdı.

Oysa bir bir gazetelere, televizyonlara el konduğunda pek de umursamamıştık.

Hatta gizli gizli sevinmiş, kimimiz alkışlamıştık.

Freni patlamış kamyon hepimizi önüne katıp cehennem çukuruna doğru yuvarlıyor işte.

Ve bir baktık ki, hiçbir emniyet yok önümüzde.

****

Büyük bir deprem oldu memlekette, asıl asrın felaketini tek adam yüzünden yaşadık. 

Kapıları kapatamadan hepimiz enkazın altında kaldık.

Peki bu “cehennem” mottosunun patentine sahip Brezilya nasıl kapatabildi o kapıları?

Orada da ağır aksak işleyen bir demokrasi ve problemli bir başkanlık sistemi vardı.

Orası da Türkiye gibi çok kültürlü, çok etnisiteli, kutuplaşmış ve bölünmüş bir ülke.

Brezilya muhalefeti istediğini alabilmişse, hiç şüpheniz olmasın, bunun en büyük sebebi Bolsonaro`nun yeterince cehennem kapısı açmaya fırsat bulamamış olmasıydı.

Yani gücü dengeleyecek kurumların tamamını ortadan kaldıramamasıydı. 

Bunu başaracak kadar ömrü uzun olmadı, o kadar uzun süre görev yapamadı.

O yüzden gelişmiş ülkeler iktidar süresini sınırlıyor veya gücü dengeliyor.

****

Cehennemin kıyısından döndü Brezilya.

Yaklaşık 40 yıllık “yeni demokrasi” döneminde ikinci kez seçilemeyen ilk başkan Bolsonaro.

Demir yumrukla ama sadece bir dönem, 4 yıl yönetebildi Brezilya`yı.

“Amazonların Trump`ı” deniyordu ona.

Ya da “Tropik Trump…” 

Tek dönemde Bolsonarizm denilen bir olguyu armağan etti, dünyanın oldukça zengin otokrasi bibliyografyasına…

Bir de 5-6 dönemdir yönettiğini düşünün.

Yani Erdoğanizm gibi…

İşte sorunun cevabı burada.

****

Yoksa o da dini kullandı.

Kendini “Tanrı`nın gücü” gibi gösterdi.

Halkı korkuttu.

“Onlar kazanırsa kiliseleri kapatacaklar” dedi.

Şaka degil, gerçekten o da söyledi bunu.

O da yalan ve iftira dolu argümanlar kullandı.

“Bir savaştayız; bu, iyilikle kötülüğün savaşıdır” dedi. 

“Tanrı, Millet, Aile ve Hürriyet” sloganını kullandı.

LGBT vurgusu yaptı.

Lula kazanırsa uyuşturucunun serbest olacağı iddiasında bulundu. 

Muhalifleri düşmanlaştırdı.

Politikayı terörize etti.

Seçim sürecinde Brezilya tarihinde görülmemiş şekilde devletin tüm imkânlarını kullandı.

Ama işte yine de gücü yetmedi.

Çok yaklaşmıştı oysa.

4 yılda yargı ve sivil toplum üzerinde muazzam bir baskı kurmuştu.

Bir dönem daha kalsa muhtemelen Erdoğan gibi cehennemin kapılarını söküp atacaktı.

Kapattılar.

Şimdilik.

****

Çünkü kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıracak kadar çok yönetememiş ve güç toplayamamıştı.

Kurumların tamamının içini boşaltamamamıştı.

Seçimi kaybettiğinde, tıpkı Trump gibi, seçmenlerini sokağa döktü ama en azından Anayasa Mahkemesi karşısına dikildi.

Otoyolları kapatan, Ulusal Kongre binası ve Başkanlık Sarayı`nı basan Bolsonaristlere seyirci kalan polislerle ilgili derhal soruşturma başlattı Yüksek Mahkeme.

Olaylara yeterince müdahalede bulunmayan başkent Brasilia`nın valisini görevden aldı.

Yani bu yetki Anayasa Mahkemesi`nde var.

Yetkinin bu şekilde dağıtılmış ve paylaştırılmış olmasının önemini böyle dönemlerde anlıyorsunuz işte.

Gazeteler susturulurken, muhalifler hapse atılırken, yargı köpekleştirilirken sesiniz çıkmadığında, sonrasında da o kapıları kapatamıyorsunuz.

İsyancılar kışlaların önüne gidip orduyu darbe yapmaya çağırdıklarında, asker kendini zaptetti.

Cehennemin kıyısından döndü Brezilya.

Şimdilik…

****

“Amazonların Trump`ı” demişken.

Aslında elimizdeki en güzel örnek de Trump.  

ABD de Kongre binasını gâzi verme pahasına cehennemin kapılarını kapattı. Amerika`yı Amerika yapan değerlerin tehdit altında olduğunu gören vatandaşlar ve elitler, Cumhuriyetçi Parti`den bile olsa, öncelikli ve elzem olan o ortak paydada birleşebildi. 

Bush ile Clinton yan yana topluma mesaj verebildi.

Çünkü bu yetiyordu.

Çünkü kurumlar hala ayaktaydı.

Demokrasinin kurumları işliyordu.

Kuralları çalışıyordu.

Dengeleyici ve denetleyici mekanizmalar faaldi.

Kuvvetler ayrılığı en ufak bir hasar almamıştı.

Bağımsız yargıda hiçbir tahribat yoktu.

Medya, kendi normalini bile esnetip demokrasi için teyakkuz halindeydi.

İşte gerçek ve olması gereken “zinde kuvvetler” bunlardı ve hepsi de duyarlıydı.

****

Trump kazanmaya devam etse zaten adım adım ve birer birer onları susturacaktı. Cehennemin kapılarını teker teker açacaktı.

İşte öyle olmasın diye zaten alarm zilleri çaldı ve sirenler öttüğünde ülkenin çoğunluğu sorumluluğunu yerine getirdi.

Kimse BidenMusa olarak görmüyordu ama çoğunluk Firavun`u tanıyordu. 

Ona geçit vermediler.

Tehlike bütünüyle geçmiş değil ama en azından sinir sistemini test ettiler ve çalıştığını gördüler.

****

Fransa da geçen yılki son seçimde kapıları açtırmadı.

Çünkü bunu demokrasi için, ülke için, çocuklarınız için, yarınlar için bir referanduma dönüştürdüğünüz vakit, bu tür toplumlarda sonuç zaten öngörüldüğü gibi çıkıyor.

Yani kapılar kapatılıyor.

Çünkü güçlü, sivil, eğitimli, duyarlı, haklarının ve sorumluluklarının bilincinde toplumlar, genellikle “sürü ahlakı”na geçit vermiyorlar.

Güç istenci ile çıldırmak bir yana, gücün bir yerde toplanmasının nasıl felaketlere yol açtığını kendi tarihlerinden çok iyi biliyorlar.

****

Fransızların çoğu Macron`u sevmemesine, ona tepkili ve öfkeli olmasına rağmen sırf ırkçı lider Le Pen gelmesin diye “Cumhuriyetçi cephe”de bir araya geldiler.

Ve ilk turda rakibini neredeyse kıl payı geçen Macron, ikinci turda 16 puan farkla kazandı. Bu oylar ona değil, Fransa`nın geleceğine verilmiş emanet oylardı.

O da bunu kabul ediyordu.

Zafer konuşmasında, “Birçok yurttaşım aşırı sağ fikirleri engellemek için bana oy verdi. Bu oyun önümüzdeki yıllar için bana lütfedildiğinin farkındayım,” dedi.

Yine de aşırı sağ oylarının daha da yükselmiş olmasını ve hatta tarihinin en yüksek seviyesine erişmesini hesaba katarak belki bir sonraki seçimde iktidarı daha da zorlayacaklarını öngörebiliriz. 

Ama seçim sonrası bir analiz yapan uluslararasi danışma şirketi Teneo’nun genel müdürü Antonio Barroso’nun dediği gibi “Cumhuriyetçi cephe hala canlı ve zinde.”

Yani kapıları tutmaya devam ediyorlar.

Macron için değil, kendileri ve ülkeleri için birleşebiliyorlar.

****

Çünkü demokrasiye ve özgürlüklere sahip çıkan halktır.

Onu talep etmesi gereken halktır.

Daron Acemoğlu`nun enfes tarifi ile söylersek “dar bir koridordayız.”

Kendi haklarının, özgürlüklerinin ve hayatının kıymetini bilen halklar ilerleyebiliyor.

Hiçbir devlet, hiçbir otokrat, hiçbir tek adam kendiliğinden ve cömertçe size özgürlüklerinizi bahşetmiyor.

Bunun icin toplum olarak seferber olmanız ve haklarınızı gaspeden otoriteye karşı kendinizi koruyabilmeniz gerekir. 

Yeri geldiğinde ayrılıklarınızı, mikro kavgalarınızı, parti çıkarlarınızı bir kenara bırakabilmeniz gerekir.

Ve bu bir süreçtir.

Toplumlar ya adım adım felakete ya da adım adım özgürlüğe ulaşırlar.

****

Onu kaybetmeniz halinde başınıza geleceklerin bilincinde olmanız gerekir. 

Gerektiğinde partiler ve liderlerini bile hizaya getirecek olanlar sizlersinizdir.

Türkiye`de muhalif seçmen bu son seçimde bunu yaptı aslında. 

Sağ, sol ve milletçi partilerin bir masada toplanması bunun bir ürünüydü.

Akşener`in (tepkisinde haklı veya haksız olduğundan bağımsız olarak) masaya geri dönmesini sağlayan, Muharrem İnce`yi çekilmek zorunda bırakan ve her şeye rağmen pozitif kampanya yapılmasını doğuran bu değişim arzusuydu.

Fakat Güney Kore, Kuzey Kore`ye sesini hiç duyuramadı.

Yoğun bir rejim propagandası altında olan Kuzey Koreliler, geleneksel tapınç, korku ve nefretlerinin esiri olarak sandığa gitti.

Diken yazarı Dağhan Irak`ın dediği gibi, “Reisçilik çok uzun bir süredir bir ideoloji değil, yarı resmi bir inanç. Kuzey Kore’deki Juchecilik gibi. Erdoğan’ın ulu şahsında vücut bulmuş kutsal bir devlete taparlık hâli…”  

****

Max Weber, “Karizmatik gücün geçerliliği için belirleyici olan şey, güce bağımlı olanların kabulüdür” demişti.

Nietzsche`nin sürü ahlakı ve güç istenci kavramları ile benzer.

O bağımlıların kabulünü yıkıp geçmektir kapıları kapatmak.

Sadece sloganlarla veya şikayetlerle olmuyor.

Çanlar acı acı çalarken vurdumduymaz ıslıklarla acı sondan kurtulunmuyor.

Amin Maoulof da bir röportajında “Geleceğin yolları pusulalarla doluysa, takınılacak en berbat tavır, her şey çok güzel olacak diye mırıldana mırıldana gözü kapalı ilerlemek olacaktır,” demişti.

“Çoğu zaman `Her şey çok güzel olacak` demeye itiliriz ama aslında sadece biz zorlukların farkındaysak ve bunları aşmaya çalışırsak ileride her şey çok güzel olabilir,” diye eklemişti.

Yani her şey çok güzel olacaksa, baştan çok güzel şeyler yapmış olmak gerekiyor.

****

Bugünkü bu seçimin neticelerini oy hırsızlıkları belirledi. Doğru.

Fakat aslında 17-25`ten sonraki ilk seçim olan 30 Mart 2014 seçiminde yüzde 45 ile “Çalıyor ama çalışıyor” denildiğinde almıştı o ruhsatı. Ondan sonra hep o ruhsatı kullandı.

Şimdi hepimizin gözünün içine baka baka çalıyor ama kimse bir şey yapamıyor. Onu engelleyebilecek bir kurum da bir denetim sistemi de kalmadı. YSK da elinde. İtiraz edebileceğiniz bir yer yok. Hesap sorabilecek bir makam yok. Elimizde kala kala kör-topal da olsa bir sandık kalmıştı; şimdi onu da çaldı.

İşte o yüzden kuvvetler ayrılığı olmadan olmazdı.

Bizde Erdoğan her seçimden sonra eline balyoz alıp bir sütunu tuza çevirdi. Putları kırıyorum dedi ama aslında kolonları kesiyordu. 

Kimi çılgınca alkışladı kimi de umursamadı.

Bu binanın altında hepimiz kalacağız çığlıkları, “salâ”lardan duyulmadı.

Şimdi geldik mi yine o meşhuuur “Sarı Öküz`ü vermeyecektik” anına?

Medya susturuldu, hâlâ konuşabilenler oralı olmadı.

Kurumlar bir bir çökertildi, enkaz altında kalmayanlar umursamadı.

Meclis`e illa ki bomba atılması gerekmiyordu; ama parlamento kabareye çevrildiğinde pek de gürültü kopmadı.

Erdoğan hep birileri ile ortaklaşa kumpaslar kurdu; ama her defasında yanında hazır kıta müttefikler buldu.

Sonra açtığı kapıları kapatmak için seğirttik ama iş işten çoktan geçmişti. 

Çünkü ortada kapatılacak kapı kalmamıştı. 

****

Bu sonuçtan hepimiz ama istisnasız hepimiz sorumluyuz.

Senin kabahatin daha çok, benimkisi daha az denecek noktada da değiliz. 

Netice, hepimizi musalla taşı gibi bir yerde eşitledi.

Bu öyle bir eşitleme ki Erdoğan`a oy verenler dahi orada, musalla taşında yatıyor, haberleri yok.

Kolonları kesilen binaları deprem vurduğunda enkaz altına yatanların kimliğinin, partisinin, siyasi tercihinin bir önemi kalmadığı gibi…

Hepimizin topluca gideceği yer belli.

Cehennemin kapıları ardına kadar açık.”

ahmetdonmez.net\\\\\\\'e Patreon ile destek olun..
Become a patron at Patreon!

1 Yorum

CEVAP VER

Yorumlarınızı giriniz!
Buraya isminizi giriniz