Yolsuzluklarının hesabını vermekten kaçan, bundan dolayı daha da otoriterleşen, dinî ve millî ajitasyona ağırlık veren, ülkeyi sosyolojik olarak parçalayan, fay hatlarını tetikleyen, atamalarda ideolojik tercihler yapan, liyakat yerine sadakati önemseyen, kurumları zayıflatan, aklı devre dışı bırakan, bir dış tehditten ziyade kendisi ülke için daha büyük bir tehlike haline gelen keyfî bir idarenin nasıl bir aymazlığa sürükleneceğini hafta sonu İsrail`de acı bir şekilde gördük.
****
Terör örgütü PKK‘ya bağlı HPG‘nin iki hafta önce Ankara‘nın kalbinde İçişleri Bakanlığı’na yaptığı terör saldırısı, iç kamuoyunda daha çok Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile halefi Ali Yerlikaya arasındaki çatışma üzerinden konuşuldu.
Daha önceki içişleri bakanları Efkan Ala ve Selami Altınok, bir heyetle beraber Yerlikaya‘ya geçmiş olsun ziyaretinde bulunurken Soylu‘nun o kareye girmemiş olması, Devlet Bahçeli‘nin dolaylı olarak Yerlikaya‘yı hedef alan açıklamalar yapması ve iktidar içindeki güç savaşını açık eden daha birçok örnek gözlerimizin önüne serildi.
Bu iktidar içi çatlaktı. Türkiye’nin muhalif kesimleri ile Saray rejimi arasındaki net bölünme ise eski. Erdoğan`ın ayrıştırma politikasının doğal bir neticesi olarak Türkiye parça parça. Bu bölünme zaten epeydir “üç farklı Türkiye” yorumlarına yol açıyordu. Doğu ve Güneydoğu’da HDP, sahil şeridinde CHP ve diğer muhalif partiler, Orta Anadolu ve Karadeniz’de de iktidar partilerinin boyadığı üç renkli bir Türkiye tablosu dikkat çekiyordu.
Mesele sadece oy dağılımından ibaret olsaydı yine de mevzuya konu edilecek bir endişe kaynağı değildi. Türkiye son yıllarda bir millet olma hüviyetini kaybetmiş, farklı sosyolojik adacıklardan oluşan bir ülkeye dönüşmüş gibi görünüyor.
Düşünün ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şubat ayında yaşanan K.Maraş depreminden sonra haklı olarak feveran eden insanları bile canlı yayında öfkeli gözlerle tehdit edebildi.
Yaşanan fiyaskonun en önemli sebebi olan otoriter tek adam rejimine, denge ve denetim mekanizmasının felç edilmiş olmasına ve liyakatsiz atamalara yönelik yerinde eleştiriler, iktidarın böylesine büyük bir doğal afetten sonra bile toplumu ayrıştıran radikal yöntemleri ile bastırılmaya çalışıldı.
Bu, Erdoğan ve yakın çevresinin Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk çarkında suç üstü yakalandığı 17-25 Aralık 2013 tarihinden beri böyle.
Hesap vermemek için yargıyı lağveden, devlet teamüllerini depoya kaldıran, muhalefeti sindiren, aşırı sağcı partiler ve derin devlet unsurları ile ittifak kuran, böylece dilini daha da sertleştiren, devleti daha da partileştiren, sadakate dayalı kadrolarla bürokrasiyi daha da liyakatsizleştiren bir Erdoğan var 10 yıldır.
****
Son yıllarda İsrail‘de en sık karşılaşılan haberler arasında, yolsuzluk davalarından kurtulmaya çalışan Başbakan Netanyahu‘nun liyakatsiz atamaları bulunuyor.
İstihbarat, emniyet ve yargıya ehil kişiler yerine mevcut aşırı sağ koalisyona yakın ırkçı, faşist ve dini gruplardan atamalar yapılmaya başlandı, ki bu, bir şeylerin habercisiydi.
Türkiye’deki Kur`an kurslarına benzer Tevrat okullarından yetişmiş kişileri kritik kurumlara atayan Netanyahu‘nun koalisyon ortaklarını memnun etmeye ihtiyacı var.
Erdoğan’ın 17-25 sonrasında derin devlet grupları ile ittifak kurması gibi Netanyahu da yolsuzluklarının hesabını vermemek için tamamen radikal ve marjinal sağa döndü.
İsrail tarihinin en sağcı hükümetini kurdu.
Düşünün ki, bir siyasetçiden çok bir provokatör olarak tanınan, “ırkçılık” ve “terör örgütüne destek” suçlarından yargılanıp hüküm giymiş olan, aşırı sağcı Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) partisinin lideri Itamar Ben-Gvir, Ulusal Güvenlik Bakanı.
Aşırı sağcı geçmişi nedeniyle İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), yani ordu tarafından askere alınmamış bir kişi.
1994 yılında, Ramazan ayında, Batı Şeria‘daki bir camiye girerek Müslümanların üstüne ateş açan ve 29 Filistinliyi öldürüp yüzlercesini yaralayan İsrailli terörist Baruch Goldstein‘in resmini evinin salonuna asan bir fanatik.
Aynı zamanda ABD ve AB tarafından terör örgütü olarak kabul edilen Siyonist örgüt Kach‘ın destekçilerinden.
Partisi Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) de onun devamı niteliğindeki Kahanist bir parti.
O şimdi İsrail‘in ulusal güvenliğinin başındaki en yetkili kişi.
1993 yılında Oslo`da dönemin ABD Başkanı Clinton`in himayesinde Yaser Arafat`la masaya oturup bir anlaşma imzalayan dönemin İsrail Başbakanı Izak Rabin`e suikast düzenleyen aşırı sağcı Yigal Amir`in arkadaşlarından biriydi. Rabin’in Arafat`la masaya oturmuş olması ve Batı Şeria’dan çekilmeyi taahhüt etmiş olmasını ihanet olarak gören grubun üyelerinden biri olarak Ben-Gvir, suikasttan birkaç hafta önce Başbakan`ın Cadillac`ından kopardığı bir parçayı sallayarak, kameralara “Arabasına ulaştık, kendisine de ulaşacağız” diye bağırmıştı. Rabin, kısa sure sonra öldürüldü. Oysa daha bir yıl önce Nobel Barış Ödülü`nü almıştı. Ona suikasti düzenleyen fanatik grubun içinden gelen Ben-Gvir, şimdi İsrail`in ulusal güvenliğinden sorumlu.
Ne orduda ne poliste kendisine saygı duyan var.
Oysa emniyet teşkilatının bağlı olduğu kişi o.
Geçtiğimiz yıl Aralık ayında hükümetin kurulmasından önce adı bu makam için zikredilmeye başlanmıştı ve o zaman Netanyahu karşıtlarının gösterilerinde protesto edilen en önemli isimlerden biriydi.
Ama Netanyahu kimseyi dinlemedi ve onu en kritik bakanlıklardan birine atadı.
****
Çünkü Netanyahu yolsuzluk davalarından dolayı hapse girmekten korkuyor.
Çünkü Netanyahu`nun hesap vermemesi lazım.
Yargıya darbe yapması lazım.
Bunun için de ittifaklara ihtiyacı var.
“Yargı reformu” adı altında yargının yetkilerini daraltan kanunlar çıkarıp duruyor.
Ülkenin sol ve demokrat güçleri kitleler halinde onu protesto ederken birileri ile ittifak kurmak zorundaydı.
Bunun için de aşırı sağ ve radikal dinci gruplardan başka sığınağı yoktu.
Düşünün ki Erdoğan, Devlet Bahçeli’yi cumhurbaşkanı yardımcısı yapmış, Semih Yalçın’ı İçişleri Bakanı yapmış, Fatih Erbakan’ı Dışişleri Bakanı yapmış, Hüda-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nu Milli Savunma Bakanı yapmış…
Düşünün ki İsrail‘de bundan daha radikal bir koalisyon var.
Hal böyle olunca da teamüller de liyakat da arka plana atıldı. Kritik görevlere koalisyon ortaklarının yandaşları atanmaya başladı. Takdir edersiniz ki burada genelde dinci, ırkçı, radikal tipler tercih ediliyor.
****
Devlette bölünmeler oldu.
Düşünün ki aylardır süren Netanyahu karşıtı kitlesel gösterileri destekleyen kurumlardan biri Mossad.
Her ne kadar daha sonra İsrail hükümeti yalanlasa da, The New York Times bunu kanıtlayan bazı belgeleri yayımlamıştı.
Netanyahu hükümetinin gidişatından rahatsız olan Mossad çalışanlarından bazıları, bizzat Mossad Şefi David Barnea‘nın izniyle “sivil vatandaşlar” olarak protestolara katılmıştı.
İsrail devletindeki bölünmeyi bundan daha güzel anlatan bir örnek olamaz.
Bu bölünme, iç huzursuzluk, atamalardaki liyakatsizlik ve yönetimdeki keyfilik, kaçınılmaz olarak bir güvenlik zaafiyetine yol açabiliyor.
İsrail açısından Hamas‘ın son saldırısındaki fiyaskonun tek nedeni bu değilse de sebeplerden en önemlilerden birisi bu.
****
Depremden sonra AKP iktidarı, akıl almaz bir şekilde nasıl iki gün boyunca yardım ve müdahale adımlarını atamadıysa, bu da aynı sebepten oldu.
Nasıl ki AKP rejimi AFAD Afetlere Müdahale Genel Müdürlüğü‘ne ilahiyatçı İsmail Palakoğlu‘nu atıyorsa, nasıl ki TÜBİTAK‘a hayvanat bahçesi müdürü atanıyorsa, nasıl ki AKP rejimi “liyakata göre değil, ilahiyata göre” atamalarla anılıyorsa ve bunlar da nasıl ki bir doğal afeti asrın felaketine çeviren ihmaller, sorumsuzluklar ve can kayıplarına yol açıyorsa, İsrail’de de benzeri oldu.
Haaretz‘in pazar günkü başyazısının son bölümü ne diyor: “Hakkında üç yolsuzluk davası olan bir başbakan devlet işleriyle ilgilenemez; zira ulusal çıkarlar, kendisini olası bir mahkumiyet ve hapis cezasından kurtarmanın yanında kaçınılmaz olarak ikinci planda kalacaktır. Bu korkunç koalisyonun kurulmasının ve Netanyahu tarafından geliştirilen yargı darbesinin ve siyasi muhalif olarak algılanan üst düzey ordu ve istihbarat yetkililerinin etkisiz hale getirilmesinin nedeni buydu (Netenyahu’yu yolsuzluk davalarından kurtarmak). Bunun bedelini Batı Negev’deki işgalin kurbanları ödedi.”
****
Aslında yolsuzluklara bulaşan, hesap vermemek için devletin teamülleriyle oynayan, kurumların içini boşaltan, keyfîleşen, hesap sorma mekanizmalarını işlevsizleştiren, denge mekanizmalarını zayıflatıp muhalefeti düşmanlaştıran, kendi beceriksizliklerinden kaynaklı olumsuz sonuçları muhalefete bağlayan, tabii bütün bunların üstünü kapatabilmek için de daha çok dinî ve milliyetçi popülizme sarılan yönetimlerin hepsinin kaçınılmaz olarak düşeceği yer burası.
Haaretz başyazısında “Hakkında üç yolsuzluk davası olan bir başbakan devlet işleriyle ilgilenemez; zira ulusal çıkarlar, kendisini olası bir mahkumiyet ve hapis cezasından kurtarmanın yanında kaçınılmaz olarak ikinci planda kalacaktır,” dendiği gibi…
Erdoğan için boşuna, “Bu kadar çok yolsuzluğu olan ve bu yolsuzlukları yabancı devletler tarafından şantaj aracına dönen liderler, ülkesi için milli güvenlik sorununa dönüşür,” denmiyor.
****
NYT yazarı Orta Doğu uzmanı Thomas Friedman, CNN moderatörü Fareed Zakaria‘ya bu yüzden, “Sorun Netanyahu hükümetidir. İsrail’i paramparça ettiler. Bugünler elbette ilerde yazılacak. Ama bana bir iddianame yaz deseler en başa sanık olarak Yariv Levin adlı ruh hastası Adalet Bakanı’nı koyarım. Bu adam her şeyi Netanyahu desteği ile mahvetti. Yargılanacak,” dedi.
Böyle bir saldırının ardından istihbarat teşkilatını değil, orduyu değil, güvenlik makamlarını değil, aylardır süren protestoların sebebi olan sözde yargı reformunun mucitlerinden Likud’un en şahin isimlerinden Adalet Bakanı Yariv Levin‘i baş suçlu ilan etmesinin bir anlamı var.
O yüzden İsrail Cumhurbaşkanı Herzog da geçtiğimiz haftalarda, “Yargı reformunu derhal durdurun!” diye çağrı yapmıştı.
Bu reformun ülkede siyasi krize yol açtığını ve ülke güvenliğinin tehdit altında olduğunu vurgulayarak, “Güvenliğimiz, ekonomimiz ve toplumumuz tehlike altında,” uyarısı yapmıştı.
Sanırım neden “güvenliğimiz” diye eklediği de artık anlaşılmıştır.
Ve ayrıca aklı başında herkes görüyordu ki, bu son hükümetle beraber dinci ve ırkçı radikalleşme, sistemi de dönüştürme riski taşıyordu.
Stratejik düşünce yerini fanatizme ve liyakatsiz kadrolaşmaya bırakıyordu.
Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, ”iç savaş” uyarısı yaparak hükümete bir alternatif tasarı sunsa da bu reddedildi.
Keza Mart ayında bu yargı düzenlemesinin durdurulması çağrısında bulunan Savunma Bakanı Yoav Gallant, Netanyahu tarafından görevden alındı.
Bir ay sonra görevine iade edilecek olan Gallant`ın uyarıları müthişti. Netenyahu`nun partisi Likud`lu bir isim olan Gallant, “Ülke içindeki ayrılık, İsrail ordusuna ve savunma teşkilatına derinlemesine nüfuz etti. Bu, İsrail’in güvenliğine yönelik açık ve büyük bir tehdittir. Buna izin vermeyeceğim,” demişti.
Savunma Bakanı açıkca orduda bile çatlak olduğunu söylüyordu.
Bunun bir yansıması olarak İsrail ordusunda savaş pilotları, denizaltı subayları, siber güvenlik uzmanları, özel kuvvetler gibi birimlere bağlı binlerce yedek asker, hükümetin tartışmalı yargı düzenlemesini uygulaması durumunda görevlerine devam etmeyeceklerini açıklamıştı.
İç istihbarat teşkilatı Shin Bet ve dış istihbarat teşkilatı Mossad ile diğer güvenlik kurumlarının çalışanları da yaptıkları açıklamalarla hükümetin yargı düzenlemelerine karşı itirazlarını yükseltiyordu.
Buna rağmen yasa tasarısı Meclisten geçmiş ve kabul edilmişti.
****
Bu gidişattan rahatsız olan binlerce İsrailli, Ocak ayından beri kitlesel gösteriler yapıyor.
Ülkede var olan sol, sosyal demokrat gelenek, demokratik iradesini ortaya koyarken hükümete sağduyu telkin eden çok sayıda akil adam var.
Sert bir şekilde Netanyahu`yu eleştiren medya organları var.
Nihayetinde bu son Hamas saldırılarında devletin felce uğratılmasının keskin bir sonucunu görebiliyoruz.
İsrail`in aşırı sağcı, dinci ve ırkçı grupları ise Netanyahu`nun yolsuzluklarından dolayı hapse atılma korkusu yaşamasının keyfini çıkarıyor.
Netanyahu bu sayede yargılanmaktan kurtulurken bu radikal partiler de iktidara ortak olmanın nimetlerinden faydalanıyor.
****
Bu süreç sadece keyfiliğin önünün açmadı. Aynı zamanda iktidara hakim olan fanatik ve faşist zihniyetin şımarıklığını da beraberinde getirdi.
Doğrudan bireylerin yaşam tarzına müdahale örnekleri artmaya başladı.
Başı açık sokağa çıktı diye radikal Yahudilerin saldırısına uğrayan kadınlar var artık İsrail`de.
Elbette o fanatiklere bu özgüveni veren bir iktidar var.
Netanyahu`nun 2009`dan beri başbakan olduğunu, 90`larda da 3 yıl bu görevde bulunmuş olduğunu ve toplamda İsrail`in en uzun süreli başbakanı olduğunu hesaba katarsak tablo daha iyi anlaşılabilir.
Aylardır asıl tehlike olarak muhalefeti gören, bütün konsantrasyonunu protesto gösterilerine ayıran, muhalefeti bastırmak üzerine planlar yapan Başbakan, sistemi, kendisine karşı düzenlenen sözde bir “darbeye” karşı kilitlemiş durumdaydı.
Siyasi bölünmüşlük, bürokratik bölünmüşlük ve güç zehirlenmesi, kurumları da felç etti.
İsrail tarihinin en büyük travmalarından birine yol açtı.
****
Aslında Netanyahu ile Erdoğan birbirine ne çok benziyor. İsrail`de yaşananlar da Türkiye`dekilere…
Gerçi İsrail`in hâlâ ayakta olan bilinçli sivil toplumuna, anti demokratik politikalara karşı her hafta meydanları dolduran kitlelerine,
muhalefetine, medyasına ve yargısına bakarak hâlâ kendi içinde bulunduğumuz cendereye daha çok hayıflanabiliriz.
Evet, diyebilirsiniz ki İsrail-Filistin meselesi ile Türkiye’nin şartları aynı değil.
Fakat paradoksal bir şekilde tam da Erdoğan rejiminin son 10 yıldır yükselttiği bir “dış güçler” algısı var.
“Etrafı düşmanlarla çevrili ülke” duygusu yeniden zirvelere tırmanıyor.
Milliyetçi ve dinci popülizm hakim retorik.
Akıl, tecrübe, rekabet, çok seslilik arka planda.
Erdoğan rejiminin şansı, ülkeyi soktuğu bataklığa direnen bilinçli kesimlerin oransal olarak çok çok az oluşu.
Yoksa Erdoğan`ın devleti ve toplumu getirdiği noktaya baktığımızda tek şükredebileceğimiz şey, bizim bir İsrail olmamamız, kapımızda da bir Hamas`ın var olmaması.
Onların eksikliğini biz kendi içimizde hallediyoruz zaten.