Erken bir 25 Haziran yazısı

NOT: 24 Haziran akşamı bu yazıyı çöp edecek bir netice çıkarsa şu aşamada hiç bir şey beni bundan daha mutlu edemez. Ve bu yazıyı çöp edecek tek şey, muhalefetin 24 Haziran akşamı hırsızlıkları ve hileleri boşa çıkarıp çıkaramayacağıdır.

En baştan beri ben pek bu seçimle ilgili olmadım. Merakım, bu seçime yönelik değildi.

Daha çok seçim sonrasını düşünüyor ve merak ediyordum.

Seçim kararı alındığında Erdoğan’ın kaybedeceğine dair bir düşünce içine girmedim. Sonrasında da ‘acaba’larıma rağmen yine olmadı.

Çünkü onun bu seçimi de alacağı fikrini daha en baştan satın almıştım.

****

Muhalefetin bu seçimde yaşadığı coşkulu ama biraz çocuksu, naif heyecanı daha önce yaşayıp tüketeli çok olmuştu.

Hakikaten eğlenceli, renkli, zamane, zeki kampanyaları ilgi ve tebessümle takip ettim. Hoş birer 24 Haziran anısı olarak hafızalarımızdaki yerlerini aldılar.

Özellikle Muharrem İnce’nin eğlenceli ve mücadeleci performansı, seçim sürecine heyecan kattı. Kendi kitlesini alabildiğine motive etti. Uzun süredir hasret kalınan, özlenen duyguları yaşattı onlara. Umut oldu, umut verdi. Ama o kadardı. O da son virajdaki iyi niyetli ve cüretkar çıkışları ile anılarımızda güzel bir yere sahip olacak. “Vay be, o zamanlar rakipler meydanlarda bunları söyleyebiliyormuş. Ne güzel günlermiş.” diye hatırlayacağız konuşmalarını.

****

Türkiye’nin bir kaderi var ve onu yaşayacak.

Erdoğan bu seçimi de alacaktı ve aldı.

Böylesi bir süreçte sürprizlere yer olmayacaktı. Olmadı.

Belliydi.

Erdoğan, basit oynayan ama yine de bütün rakiplerinin her defasında aynı ölümcül hatayı yaptığı sıradan bir diktatör aslında. Bir ‘Egokrat’ olarak milleti çok iyi çözmüş ve kendisine bağlamış bir siyasetçi. Halkına en çok benzeyen lider olma özelliğine tek başına sahip. Bütün bir Türk milletini bir kapta eritip tek bir surete dönüştürsen, çok büyük oranda bugünkü Tayyip Erdoğan’ı elde edebiliriz.

Buradaki ölümcül hata ise Erdoğan’ı daima hafife almak ve AKP kitlesini tanıyamamak oldu. Cemaat de bu ölümcül hatanın kurbanı olarak bugün bir kenarda can çekişmekte.

****

Erdoğan’ın kazanmasını elbette sadece bu faktöre bağlamıyorum.

26 Nisan’daki ‘İlklerin Seçimi’ ve “Bir hikayesi kalmamış” başlıklı yazılarımda altını çizdiğim tespitlerin arkasındayım.

Evet, doğru.

Hikayesi kalmamıştı.

Korkuyordu.

Endişeliydi.

Rakipleri hiç olmadığı kadar organize, akıllı, hamleli, sıradışı ve güçlüydü.

Yüzde 50,1 almasına imkan-ihtimal yoktu.

Hepsi doğru.

Buna rağmen neden Erdoğan’ın kazanacağını düşündüm?

Çok basit. Her defasında atı alıp Üsküdar’ı geçebilme kabiliyetinin farkındaydım.

Yukarıda sözünü ettiğim yazıda, şöyle demiştim:

“Peki bu şartlarda gidilen bir seçimde ne olur?

Baştan söyleyeyim; ben bir şekilde Erdoğan’ın kazanacağını düşünenlerdenim.

Fakat 16 Nisan’da bile bariz oy çalarak, mühürsüz oylarla kazanabilen Erdoğan, bu kez şapkadan nasıl tavşan çıkaracak, merak ediyorum. Çok daha fazlasını çalmak zorunda. Yapabilir mi? Yaptıkları yapacaklarının teminatı. Onda o potansiyel fazlasıyla var.”

****

Keza 25 Mayıs’taki ‘Dolar ve Egokrat’ başlıklı yazıda da şöyle demişim:

“Dolar su sayacı gibi hareket ederken gidilen bu seçimde bir kez daha göreceğiz bunu…

Neyi mi?

Egokrat’ı…

‘Toplumu kendi vücudunda temsil eden, topyekün bir halkın kendisinde cisim bulduğu diktatör şahsiyet’…

(…)

Şimdi siz böyle bir şahsiyetin kendini ‘seçime’ soktuğunu tahayyül edebilir misiniz? Yani demokratik, serbest, adil bir seçim olacak ve bizim Egokrat kendini ‘diğerleri’ ile eşit bir rekabete sokacak, öyle mi?

İşte biz bu 24 Haziran seçiminde totalitarizme ne kadar yaklaştığımızı bu yönüyle bir daha test edeceğiz. Diktatörün kendini belli bir halk kesimiyle ne derece özdeşleştirdiğini, bir ‘önder’, bir ‘Reis’ haline gelip gelmediğini göreceğiz. Bakalım ekonomi onu yıkabiliyor mu yoksa halkı onun etrafında daha da kenetliyor mu?

(…)

Erdoğan bir ‘Egokrat’ olarak toplumla örtüşmeye devam ettiği müddetçe, ‘göklerden’ bir türlü yere inmediği müddetçe, bir Alpaslan bir Kılıçaslan bir Abdülhamit değil de sadece ve sadece bir Recep Tayyip Erdoğan olarak görülmediği müddetçe bu değişmeyecek.

Ne zaman üzerindeki bu görünmez yaldızlar, apoletler dökülür; kralın gerçekten de çırılçıplak olduğu anlaşılırsa ancak o zaman kaybedebilir.”

***

Bir gün sonraki, ‘Dış mihraklar ve Egokrat’ başlıklı yazıyı bitirirken de Fatih Terim’in popülerleşen sözlerini kendisine uyarlamıştım:

“Ama o hep kazandı mı? Kazandı.

Maçın hakkını verdi mi? Verdi.

Diktatörlüğün hakkını verdi mi? Verdi.

Duaları kabul oldu mu? Oldu.

Hak etti mi? Sonuna kadar hak etti.

Çünkü üzerinde egosunu yükselttiği toplum, böyle bir toplumdu. Kendisine en çok benzeyeni en çok sevmişti.

Şimdi dolar 10 lira da olsa ağlamayacak, ülke batsa da…

Beraber yürüyecekler bu yolda, beraber ıslanacaklar.”

****

Evet, diyorduk ki;

Bu ülkenin bir kaderi var ve onu yaşayacak.

Yine ‘İlklerin Seçimi’ ndeki şu bölümü de tekrar paylaşmak isterim:

“Neticede Erdoğan bu seçimi kazansa bile bu nihai bir zafer olmayacak. Huninin daralmakta olduğunu görmemek için kör olmak gerekir. Zulmünü artırsa, acımasızlığını katlasa bile bundan sonra daha çok Beyefendi’nin çırpınmalarına şahit olacağız.”

****

Bu ülkenin bir kaderi var ve onu yaşayacak.

Böylesi bir bilinçli kötülük, taammüden cinayet, işkence, tecavüz, tasallut, ihbar, iftira topluluğu bir sandıkla yok olup gidemez.

Tereyağından kıl çekme kolaylığında kurtulamayacak Türkiye bu adamdan.

O yüzden ben hiç bu seçimin kendisi ile ilgili olmadım. Hep 24 Haziran sonrasına baktım.

İşte şimdi asıl o süreç başlıyor.

Yönetemeyecek Türkiye’yi…

Küçültecek…

Fakirleştirecek…

Zayıflatacak…

Ayrıştıracak…

Dövüştürecek…

Çatıştıracak…

Batıracak…

Yok edecek…

***

Peki hiç gitmeyecek mi?

Gidecek elbette.

Ama bu ülkenin bir kaderi var ve onu yaşatmadan gitmeyecek.

Bugün ona oy vermeyi cihat, milli mücadele gibi gören insanlar bile ona lanet okumadan, sövmeden, gitsin diye dua etmeden gitmeyecek.

18 Haziran 2016 tarihinde, şöyle bir tweet atmıştım: “Yandaşlarının bile ondan nefret edeceği, yaka silkeceği ve gitsin diye dua edecekleri sürecin başlayacağı yeni bir faza giriyoruz”

O faza girilmişti. 1 ay sonra o lanet olası 15 Temmuz sahnelendi. Ve bu süreç ertelendi.

Şimdi yine böyle bir kalleşlik yapılmazsa, 24 Haziran, bugün itibariyle o süreç yeniden başlamış durumda.

TR7/24

http://www.tr724.com/erken-bir-25-haziran-yazisi/

ahmetdonmez.net\\\\\\\'e Patreon ile destek olun..
Become a patron at Patreon!

1 Yorum

  1. merhabalar ahmet bey gerçekten çok yerinde bir “yafta”bulmuşsunuz,bilerek,düşünerek,bulduğunuz yaftaya inanarak “egokrat”hani deriz ya “kemik cuk oturdu diye,tümüyle doğru bir yaklaşım,ancaaak “ego”dan söz ediyorsak,beraberinde getirdiğinitelikleri de düşünme zorunluluğu var,şöyle ki:ego bildiğimiz gibi bir psikolojik kavram olup kişiden kişiye değişkenlik gösteren,ama kişinin naturası ile,öz ve soygeçmişi ile de beraber düşünülecek bir kavram,öz geçmişine baktığınız da ilginç ama bir o kadar anlamlı nirengiler var,aile yapısı,kökenleri-ki çok çeşitli varsayım ötesi yaşanmışlıkların yumağından,belli bir kültürel düzeyden zıplayıp,adeta geçmişini bir kalemde yoksayacak derecede atılgan,hitabeti çok ileri boyutta etkili,kitlelerin nabzını çok iyi tutabilen ve o nabzı da çok iyi kullanıp,yönlendirebilen “yetenek”aslında,bunda hemfikir olmamız gerek,şimdi açılımımızı biraz farklı bir mecraya döndürelim,bir siyasal,bir politik arenaya çevirelim,şöyle ki :bu yetilerin zirvesine siyasal yaşamı ile tırmanmış bir kişilikle mi yüzyüzeyiz,yoksa yukarada sözüedilen nitelikleri sahiplenecek,onu daha da üst düzeylere doğru aşama aşama son noktaya doğru çekecek güçlerin-denizaşırı ya da yöresel diyelim adına,erklerin dikkatini salt kişisel ve emperyal hedefleri doğrultusuna kullanacak güç odaklarını da yok sayamayaız bu anlamda kendileri “bulunmadık hint kumaşı”konumuna döndürülüp,işletilip pırılpırıl bir meta haline getirilebileceğini düşünebiliriz,zira bu oluşum “eşyanın tabiatına birebir uymaktadır”bu işin politik yanı,bir nebze duralım ve sözü edilen kişinin güç odaklarınca nasıl değerlendirildiğine bakalım,gerçekten üstün nitelikli,belagatı yüksek,kitlelerle iletişimi en üst düzeyde,dinsel alt yapısı güçlü,içinde neşvünema bulduğu toplumun ya da cemaatin değer yargılarını çok iyi kullanabilen ama aynı zamanda sizin “egokrat”benimse “hebefrenik şizofren”diye tanımladığımız yapı zamanla artık sınırlarını zorlamağa,karakteristik özelliklerini-baskın bir ego,egemen eda,üst düzey bencillik,yalnızca ben yaparım,ben bilirim-kullanma aşamasında kendini,kendinin çok üstünde bir yerlere taşımağa başlamıştır,olay giderek,otokrat,buyurganlığı ön planda tutan adeta çocukluk ve özgeçmişiile birebiren örtüşen bir kişilikle karşılaşırız,ama bu karşılaşma,tarihsel kökenlerine sahip “büyüklerimiz daha iyi bilir ve düşünür,-kapıkulluğu diyemeyeceğim,zira yurttaşlarımı küçümsemiş olacağım-dini motiflerin egemenliğine kendini yok sayacak denli,sorgulamayan,fikir üretemeyen,ancak talan ve yağmaya dayalı bir asırların yapısal özelliklerine sahip geniş kitleleri ,bu kişilik çok mutena bir biçimde-artık ona bir türlü karar veremedim-kişisel hesaplarla mı-ki çok doğaldır bu rütbeye ulaşanların konımunu tarih çok net belirlemiştir,ya da gerçekten ait olduğu milyonların çıkarları doğrultusuna mı kullanıyor karar veremedim,ama halkalar birbirine eklendikçe yukarda sözünü ettiğimiz “egokrat”niteliklerin,zaman içinde ,bu özelliklerin “ait olduğu kişiyi bila kayd u şart boyundurğuna aldığını olgularla doğrulayıcı yöne çektiğini yaşayacağız hem milyonlar,hem de kendileri,özetle bu kişilik yapısı malformasyonu ile beraber yumak yumak örülmektedir…sevgilerimle,kalınsağlıcakla

CEVAP VER

Yorumlarınızı giriniz!
Buraya isminizi giriniz