Mustafa Özcan’ın bütün adamları (3)

Size bir olgudan bahsedeceğim. 

Cemaat’in hâlâ kapanmamış bir yarası bu. 

Dolayısıyla eski ve ilgili herkesçe bilinen bir mesele.

Nedir o?

Önce başka bir soru yönelteceğim. 

Sorum, kendini Cemaat’in bir parçası olarak gören okuyuculara: Siz hiç ‘havuza düşmek’ diye bir tabir duydunuz mu?

Peki bunu Cemaat içi bir kavram olarak işittiniz mi hiç?

Zannediyorum, bu soruya ‘Hayır’ cevabını vereceklerin oranı yüzde 90’ın altında değildir.

Ben bu tabiri ilk olarak bu son bir yıl içerisinde işittim.

Sonra araştırdığımda şununla karşılaştım; Cemaat’te belli bir kademenin üzerindeki herkes biliyor bunu. 

Hatta diyebilirim ki, ayağa düşmüş, geride onlarca mağdur bırakmış, bazılarını ‘medeni ölü’ye çevirmiş kirli bir ‘havuz’ bu.

Bir silah.

Bir suikast silahı…

Anlatacağım.

Ama önce neden bunu ‘Mustafa Özcan’ın adamları’ başlığı altında ele aldığımı söyleyeyim: Çünkü bu sözünü edeceğim ‘havuz’ aparatı, çoğu zaman bir kişi ile ilişkilendiriliyor.

O kişi, uzun yıllar Cemaat’in ‘MİT imamlığını’ yapmış olan Doktor Sinan müstear isimli Murat Karabulut.

****

Ne demek ‘havuza düşmek’ ?

Kısa cevabı; devletin istihbarat havuzuna düşmek. Yani ‘deşifre’ olmak…

Eğer Cemaat hiyerarşisi içerisinde vazife yapan bir kişi ‘devletin radarına’ yakalanmışsa; istihbarat, Emniyet veya asker tarafından ‘takibe’ alınmışsa ya da bir şekilde deşifre edilmişse o kişi artık ‘havuza düşmüştür’.

Gülen’in de öteden beri en fazla hassasiyet gösterdiği hususlardan biri bu. Eğer bir ‘imam’ veya ‘birim sorumlusu’ bir nedenden ‘havuza düşmüşse’, derhal vazifeden alınmalı ve yerine yeni biri verilmelidir.

Bu işin şakası yoktur.

İşte Gülen’in bu aşırı hassasiyeti, Cemaat içinde tasfiye yapmak isteyenlerin eline çok kullanışlı bir koz vermişti.

Eğer ‘ayağı kaydırılmak’ istenen biri varsa ‘havuza düştün’ deniyor ve görev yeri değiştiriliyordu.

Ya da bu sayede kendilerine bağımlı hale getiriliyordu.

Yani buradan da anlaşılacağı üzere, bir ‘iç’ mevzudan bahsediyoruz. 

Tamamen içeriye karşı kullanılan, Cemaat’in dizayn edilmesi için başvurulan sihirli bir anahtar…

Ama siz, “Kendi arkadaşlarına bunları yapan, başkalarına neler yapmamıştır?” diye düşünürseniz bu da mantıksal açıdan hatalı olmaz.

****

‘Havuza düşmenin’ çok örneği var ama en önemlilerinden birini anlatayım.

Daha sonradan Gazeteci ve Yazarlar Vakfı Başkanlığı yapacak olan Mustafa Yeşil, 2002 yılında Cemaat’in ‘Ankara imamı’ olarak görevlendirilir.

İddialı bir kişilik olan Mustafa Yeşil’in yıldızı parlamaya başlar.

Buna bir de tarihî denk noktasını ilave etmek gerekir.

Yeşil’in göreve başlamasından birkaç ay sonra AKP tek başına iktidara gelir. Bu da ona yeni ve çok büyük bir saha açar. 

Daha önce TBMM‘de bulunmamış, Ankara’da siyaset yapmamış yüzlerce çiçeği burnunda vekil, Başkent’e gelir. Bunların çoğu muhafazakâr ve aynı zamanda Ankara’nın acemisi insanlardır. Çocuklarının okul ihtiyacından sosyal çevrelerine kadar hemen her alanda rehberliğe ihtiyaçları vardır.

Birçoğu Cemaat’in kapısını çalar. 

Bu sayede Mustafa Yeşil’in de çok sayıda AKP’li parlamenter ile yolları kesişir. Böylece yeni iktidar döneminin Ankara’daki önemli figürlerinden biri olmaya başlar.

Aynı sırada bir de Anafartalar Araştırma Merkezi adında bir düşünce kuruluşunun temellerini atar. 

Yeşil, vaktinin çoğunu burada geçirmekte, birçok siyasetçi ve bürokratla burada görüşmeler yapmaktadır.

Giderek Cemaat içindeki gücünü ve nüfuzunu artırmakta, Ankara rüzgârları estirmeye başlamaktadır.

****

Tam o sırada ‘havuza düşer’ Mustafa Yeşil.

Daha doğrusu, ‘düştüğü’ söylenir.

Kim tarafından?

İşte burada karşımıza ‘Doktor Sinan’, yani Murat Karabulut çıkacak.

2003 ortalarıdır… MİT imamı olan Karabulut, “Yenimahalle (MİT), Mustafa Yeşil’in Ankara imamı olduğunu tespit etti. Anafartalar’ın oraya kamera yerleştirmişler. Gireni çıkanı da fişliyorlar. Görüştüğü herkesi kaydediyorlar,” bilgisi verir.

Mustafa Özcan da bu bilgiyi Fethullah Gülen’e taşır. “Efendim, durum çok nazik. Mustafa Bey’e her an bir operasyon olabilir. Sıkıntı büyük. Derhal yurtdışına çıkması lazım,” minvalinde sözler sarfeder.

Gülen de hemen Yeşil’i görevden alır ve İngiltere’ye atar.

Anafartalar Araştırma Merkezi de kapatılır.

****

Bunun gibi başka örnekler de var. 

Bazı il imamları, birim sorumluları ve ara kademe elemanları da ‘havuza düşegelmişler’ hep. 

Bunun faturasını ödemiş, canı yanmış çok insan var.

Burada önemli dört soru karşımıza çıkıyor.

Bir: Büyük bir çoğunluğu MİT’e isnad edilen bu bilgi notları doğru muydu, yoksa hiç böyle bir bilgi ya da deşifrasyon olmadığı halde varmış gibi mi sunuyorlardı?

İki: MİT, bilerek bazı bilgi ve belgeleri sızdırıp Cemaat’in içine oynuyor olabilir miydi?

Üç: ‘Havuza düştün’ denilenler hep tasfiye edilecek isimler mi oluyordu?

Dört: Fethullah Gülen bu bilgilere göre tayin kararları alıyor muydu?

****

Cevaplara geçeyim…

Birinci sorunun cevabı: Benim ulaştığım bilgilere göre her ikisi de var. 

Elbette MİT kaynaklı birçok gerçek bilgiye ulaşılıyordu. Bunlar içerisinden bazıları tabii ki gerçekten muhatapları koruma amaçlı kullanılmıştır. Fakat var olan somut bir bilginin operasyona dönüştürüldüğü durum da var; asılsız istihbarat bilgileri veya sahte belgeler üretilerek ‘havuza düşürülenler’ de… Yani aslında ‘havuza düşmemiş’ ama Cemaat’teki birileri tarafından ‘düşürülmüş’ olanlar…

İlk durum için, yani var olan bir bilginin operasyona dönüştürüldüğü durumlar için şunları ifade edebilirim: Verilen bilgilerin bazılarının teyidi yok. Yani sorup da doğruluğunu veya yanlışlığını tespit edebileceğin bilgiler değil. MİT’e bakan Cemaat abisi Doktor Sinan, “İçeriden elde ettiğimiz bilgilere göre…” diye başlayan notlar ilettiğinde kimsenin bunun aksini doğrulama gibi bir şansı kolay kolay olmuyor. Müphem ve gizemli bir alan burası. Her türlü kullanıma ve istismara açık…

Bir de var olan bilgiyi nasıl sunduğunuz çok önemli.

Yani, “Efendim, arkadaşımızı tespit etmişler, bundan sonra biraz daha tedbirli olması gerekecek. Çok büyütülecek bir şey değil ama dikkatli olmakta yarar var,” demek başka bir şey, “Arkadaşımızı takip ediyorlar. Her an başına bir şey gelebilir. Acilen ayrılması gerekiyor,” demek farklı.

Mustafa Yeşil örneğinde meselâ,“Kendisinin Cemaat’in Ankara imamı olduğu bir sır değil ki… İllegal bir şey de değil. Bunu devletin bilmemesi mümkün olmadığı gibi bilmesi halinde endişe etmemizi gerektirecek bir durum da olmasa gerek. Dolayısıyla tespit etmişse etmiştir. Bu kurumun görevi zaten takip etmektir, tespit etmektir. Önemli olan Mustafa Bey’in yapıp ettikleridir, eylemleridir,” denip kapatılabilirdi. 

Onun yerine, “Bütün görüşmeleri görüntüleniyormuş. İçeride büyük bir hazırlık varmış. Başımıza büyük iş açacak. Her an bir operasyon olabilir. Tek kurtuluşu yurtdışına çıkması,” dediğiniz zaman, durum değişiyor. 

Bilgiyi getiren de Mustafa Özcan olunca, Fethullah Gülen buna kayıtsız kalmıyor.

****

İkinci durum ise biraz daha sıkıntılı. Yani hiç olmayan bir şeyin, sanki varmış gibi sunulduğu ve tasfiye için kullanıldığı durumların da söz konusu olduğu öne sürülüyor. 

Hakkında, MİT’in kendisini tespit ettiği ve izlediğine ilişkin sahte belge hazırlananlar var. Bir takım asılsız telefon tapelerinin de masaya getirildiği iddia ediliyor.

Bunlar arasında gerçek olanlar da olacağı gibi sahte evrakların varlığı da konuşuluyor.

Peki sahte olduğunu nereden biliyorlar?

Çünkü iddialara göre işin üzerine gidenler ve aksini ispatlayanlar oldu. Bildiğim örnekler var ancak detaylara girmek istemiyorum.

Burası, Cemaat içi karanlık dehlizin en koyu ve en derin olduğu noktalardan biri.

O yüzden bu bölümü, dizinin ikinci bölümü olan “Zeytinyağı-su: Mahrem-Hizmet” başlıklı yazımı hatırda tutarak okumanızı tavsiye ederim.

****

İkinci soru, yani MİT’in bilerek içeriden bu tür istihbaratları, bilgi notlarını veya belgeleri sızdırmış olması söz konusu olabilir mi?

Hatta, MİT antetli bazı fişleme belgeleri, teşkilatın bilgisi dahilinde tanzim edilmiş olabilir mi?

Aslında bir önceki paragrafta bunun izleri var.

Zaten aksi mümkün olabilir mi?

Yazılarımı veya yayınlarımı düzenli takip edenler, ‘devlet ile Cemaat arasında bir kesişim kümesi bulunduğunu’ söylediğimi bilirler. Gri bir bölge var. Temasın en yakın olduğu bu saha, aynı zamanda geçirgenliğin de uç verdiği sınır hattı.

İstihbarat teşkilatı, sürekli Cemaat’in tepesine bilgi notları taşımakta olan bir imamı, hiç yemlememiş olabilir mi?

Bunu sadece bir soru olarak yöneltmiyorum.

Çünkü bunun olduğuna dair çok sayıda şahitlik dinledim. 

Ya da hâlâ iddia diyelim…

Buradaki en büyük sıkıntı şu: Bu ‘havuza düşme’ veya ‘düşürülme’ uygulamasının muhatabı olmuş insanlar konuşmaya korkuyorlar. Canı ne kadar yanmış olursa olsun, asla açıklama yapmak istemiyorlar.

Bu korkunun kaynağı da her iki taraf…

Bu da mevzunun ne kadar girift ve karanlık olduğunu anlamaya yetiyor.

****

Üçüncü soru, yani bu ‘havuz’ aparatının her zaman tasfiye amacıyla kullanılıp kullanılmadığına gelince…

Hayır, bazen de kişiyi kendine bağlı ve bağımlı hale getirmek için kullanıldığı da oluyordu. Yani etki altına alma, kontrol etme, yönlendirme ve kullanma amaçlı…

Dördüncü sorunun cevabı ise şöyle: Fethullah Gülen’in genellikle ‘havuz’ istihbaratına duyarsız kalmadığı biliniyor. 

Başta da dediğim gibi, bu onun en müteyakkız olduğu noktalardan biri. Çünkü gizliliği bozacak en ufak bir ihmalin faturasının çok ağır olacağını düşünüyor. Bu nedenle de çoğunlukla işi şansa bırakmadan ilgili vazifeliyi görevden alıp başka bir yere kaydırdığı söyleniyor.

Bunun istisnaları da var.

Sonuç itibariyle Gülen, tek bir kaynaktan beslenmediği, gelen bir bilgiyi başka başka birçok kanaldan teyid etmeden hareket etmediği bilinen biri.

Benim ulaştığım bazı vakalarda, gelen belgenin sahte olduğunu Gülen’in kendisinin de bildiği, bu yüzden muhatap kişiyi görevden almadığı ama buna karşılık belgeyi üretenleri de yerinden etmediği durumlar var.

Cemaat’in ortalama bir gönüllüsünün anlamakta zorlanacağı bir tavır olabilir bu.

O yüzden dönüp tekrar ‘zeytinyağı-su’ yazısını okuyabilirsiniz.

Gülen’in sorunlara genel yaklaşımı bu şekilde.

Hep ‘idare’ ediyor.

Çünkü o hem bardaktaki ‘suyun’ lideri hem de ‘zeytinyağının’

En son ortaya çıkan Cevdet Türkyolu-Osman Şimşek olayındaki tavrına da bu pencereden bakabilirsiniz. 

Kendine göre bir çeşit ‘denge’ politikası güdüyor. 

Hatta içerideki gruplar arası çekişmeleri kendi liderliği için bir tür avantaja çevirdiğini de düşünüyorum.

****

Peki bu ‘havuz’ aparatı neden Cemaat içinde bu kadar işe yaramıştır?

Bunun cevabı da kritik.

Bunun için biraz geçmişe gitmek ve Cemaat’in tarihine göz atmak gerekecek.

Çünkü 90’lı yıllar ve 2000’lerin başlarında Cemaat birkaç ‘bölünme tehlikesi’ atlatıyor.

Bunlar arasında en bilinenler; Kemalettin Özdemir, Latif Erdoğan ve Doktor İhsan olayları…

Bunların detaylarına uzun uzun eğilebiliriz fakat konu dışına çıkacağımız için gerek yok. 

Bizim için lüzumlu bilgi sadece şurası: Gülen ve Cemaat’in tepe kadrosu, bu üç ismin de derin devlet tarafından Cemaat’i parçalamak amacıyla projelendirildiğini, bunların Cemaat içinde ‘paralel Cemaat’ kurduklarını, alternatif evler açtıklarını, kadrolar oluşturduklarını ve alternatif lider iddiası ile temayüz ettiklerini düşünüyor.

Özellikle Kemalettin Özdemir örneğinde çok uzun yıllar süren çetin mücadeleler ve sürtüşmeler söz konusu.

Mustafa Özcan’ı Mustafa Özcan yapan da biraz bu isimlerin tasfiyesinde oynadığı rol. Gülen’e bayrak açan isimler bir bir harcanırken Özcan ön plana çıktı.

Böylece Gülen nezdinde prestiji ve güvenirliği tavan yaptığı gibi Cemaat içerisinde de sempatisi çoğaldı.

Kemalettin Özdemir ve Latif Erdoğan elimine olunca geriye en güçlü adam olarak o kaldı.

Fakat bir yandan da MİT’in ve derin devletin böylesine proje isimler üzerinden Cemaat’e sızdığı, yapıyı ele geçirmeye çalıştığı endişesi, her zaman içeriye pompalandı. 

Bir çeşit korku yönetimi başladı. 

“Görüyorsunuz içimizde bir sürü şüpheli adamlar var,” denilerek operasyonlara daha kolay ruhsat alınır oldu.

İşte o yüzden ‘havuza düşme’ meselesi Cemaat içinde daima iş yapmıştır.

Çünkü burası yumuşak karındır.

****

Peki bu mevzu neden doğrudan Mustafa Özcan ile ilişkilendiriliyor?

Bunun bir sebebi, yukarıda özetlediğim gibi Özcan’ın Cemaat’teki en kudretli kişi haline gelmesi.

İkinci sebep; dizinin başından beri anlatmaya çalıştığım Özcan’ın kişilik özellikleri ve ‘modus operandi’si; yani yer yer kriminal özellikler barındıran iş yapış tarzı…

Üçüncüsü de Doktor Sinan’la olan ilişkileri…

Peki kim bu Doktor Sinan?

İşte şimdi neden bu konuyu “Mustafa Özcan’ın bütün adamları” başlığı altında ele aldığım da cevap bulacak.

Murat Karabulut, 80’li yıllardan beri ‘hususi hizmetler’in içerisinde. 90’ların sonundan 17-25 Aralık sürecine kadar da ‘MİT imamlığı’ yapmış. Yani tam 15 yıl civarı…

Normalde ODTÜ mezunu bir kimya öğretmeni.

Aynı zamanda tekstil ve elektronik ürünler üzerine şirketleri vardı. 

Bunlardan bazılarına dolaylı ortaktı.

Devlet ihalelerine giriyor ve iyi paralar kazanıyordu.

****

Bunlar bir yana, Karabulut’un en önemli özelliği, Mustafa Özcan’a mutlak itaati.

Anlatılanlara göre, “Dükkan onun” diyen ve tıpkı Ahmet Kara gibi, “Mustafa Özcan’a karşı gelinemez,” anlayışında olan biriydi. 

Bu yönü ile Adil Öksüz’ün ikizi gibiydi… Birisi askeriyede diğeri de istihbaratta Özcan’ın sağ ve sol kolları oldular adeta.

İkisinin de her bilgiyi Özcan’la paylaştığı öne sürülüyor.

Buradaki kritik noktalardan birisi şu: Mustafa Özcan, Murat Karabulut ve Adil Öksüz üzerinden Cemaat’in bütün hususi hizmetlerini takip ediyordu. Çünkü bu ikisi, en mahrem konuların konuşulduğu toplantıların hem öncesinde hem sonrasında Özcan’la bir araya geliyor ve konuşulanları ona aktarıyordu. 

Özcan normalde hiyerarşide onların üstü olmamasına rağmen veya yetki sahası onların görev alanlarını kapsamamasına rağmen bunu yapıyorlardı.

Çünkü Cemaat içi ‘paralel Cemaat’leri tasfiye eden Mustafa Özcan, daha sonra kendi ‘paralel Cemaat’ini kurmuştu.

Adeta kendine bağlı imişçesine hareket edecek, ona bilgi taşıyacak, kendisi ile işbirliğine gidecek kişilerle çalışıyordu. Başkalarını kendisine tabi olmaya zorluyordu. Her yeri kontrol etmeye çalışıyordu.

Bu noktada hiç zorlanmadığı bir isim varsa o da Doktor Sinan’dı. Daha baştan anahtarları Özcan’a teslim etmişti çünkü.

‘Havuza düştü’ söylentilerini çıkaranlar da genelde bu ikisiydi.

Tabii ki kritik isimler haricinde Özcan bizzat devreye girmiyordu. İşler Doktor Sinan üzerinden yürüyordu. Önemli kişiler söz konusu olduğunda Mustafa Özcan doğrudan topa giriyordu.

Meselâ benim ulaştığım bilgiler, Mustafa Yeşil örneğinin böyle olduğu yönünde. 

Konuyu Gülen’e sunan bizzat Mustafa Özcan’dı.

****

Anlatılanlara göre bu ‘havuz problemi’ zamanla öyle bir hal almıştı ki, Cemaat’in kimi vazifelileri, “Ya Mustafa Hocam, hep biz havuza düşüyoruz, sen niye hiç düşmüyorsun?” diye kinaye yapmaya başlamışlardı.

Hatta tepe yöneticiler arasında, “Bu ay kim havuza düştü?” diye esprilerin yapıldığı bile söyleniyor. 

Doktor Sinan, 2014 Şubat’ına kadar MİT’e baktı. 

15 yıl boyunca hiç ‘havuza düşmedi’.

15 yıl boyunca bu vazifede kalmasını en çok Özcan’a borçluydu. 

Buna karşılık onun da her zaman Özcan’ın tetikçiliğini yaptığı ileri sürülüyor. Mustafa Özcan’ın isteği ile sahte deliller hazırladığı yönünde korkunç iddialar var. 

Görüntü şu ki Özcan ve Karabulut’un en büyük avantajı, Fethullah Gülen’i çok iyi tanımaları ve reflekslerini çok iyi etüd etmiş olmalarıydı.

Onun hassasiyetlerini de zaaflarını da çok iyi biliyorlardı. Hangi noktada, kimler üzerinden, hangi cümlelerle giderlerse hangi sonucu alacaklarını gayet iyi kestirebiliyorlardı.

Gülen’in alternatif bilgi kanallarını da hep kendilerine yakın kişilerle doldurmaya bakıyorlardı.

Buradaki en önemli isim, hiç kuşkusuz Cevdet Türkyolu’ydu.

****

Bu yazıyı hazırlarken Avukat Osman Zerey üzerinden Mustafa Özcan’a sorular yönelttim. Zerey, ‘müvekkilinin verdiği cevapları dikkate almadan yayınlara devam ettiğim’ gerekçesi ile, “Sorularınıza şimdilik cevap vermeyip, yazınızı paylaştıktan sonra gerektiği takdirde sosyal medya aracılığıyla kamuoyu bilgilendirilecektir,” dedi.

Murat Karabulut’a ise ulaşamadım. Yakınları, kendisinin şu anda ağır bir hastalık geçirdiğini, yoğun bir tedavi sürecinin başladığını ve dolayısıyla görüşmemizin uygun olmadığını ilettiler. Yine de bu yazının ardından kendisinden bir açıklama gelirse yayınlayacağımın bilinmesini isterim.

Bu vesile ile kendisine buradan yönelteceğim birkaç ek soru daha var:

1- 20 yıldan fazla bir süre ‘mahrem hizmetlere’ baktınız. 15 yıl boyunca da ‘MİT imamlığı’ yaptınız. Bu 15 yıl içinde herkes bir şekilde ‘havuza düşerken’ siz bu ‘havuza’ düşmemeyi nasıl başardınız? MİT, Cemaat’in il imamlarını bile deşifre ederken kendisini takip eden ‘MİT imamını’ 15 yıl boyunca tespit etmeyi başaramadı mı?

2- Cevdet Türkyolu hakkında elinize dinleme tapeleri geldi mi? Daha önce Türkyolu’ndan borç para almış mıydınız? Türkyolu alacağını istediğinde hakkındaki tapeleri öne sürüp şantajda bulundunuz mu? Bu tapeler nereden gelmişti?

3- Emniyet ve MİT dışında üçüncü, sivil ve illegal bir dinleme merkezi var mıydı? Buradan Cemaat’in hemen hemen bütün tepe yöneticileri dinleniyor muydu? Bazılarının konuşmaları önlerine kondu mu?

4- Mustafa Özcan size bazı tapeler getiriyor muydu? Getiriyorduysa siz bunları ne yapıyordunuz? Bu dinleme kayıtları nereden ulaşıyordu?

****

Hakkındaki bilgiler nedeniyle Mustafa Yeşil‘e de sorular yönelttim. Kendisi şu cevabı gönderdi:

“Sorunuzda geçen ‘Havuza düşmek’ tabiri Hizmet Hareketi içinde kullanılan bir tabir olmayıp, 28 Şubat döneminde Hizmet Hareketini yok etme esaslı baskı, fişleme, takip ve tazyik dönemlerinde duyduğum bir ifadedir. Havuz ile kastedilenin istihbarat bilgi havuzu olduğu, havuza düşmenin de takibe takılarak hakkında fişlemelerin yapıldığı manasına geldiğini öğrendim. 

Maalesef ülkemizde hukukun askıda olduğu dönemlerde olduğu gibi fişlemeler, takibe almalar, dosya hazırlamalar, mağduriyet yaşamış herkesin bildiği bir gerçektir. Ben de 28 Şubat sürecinde, Ankara’da görev yaparken hakkımda dosya oluşturulduğu ve fişlendiğim şeklinde duyumlar aldım. Ancak o dönemde hukuki bir süreçle karşılaşmadım. 

2003 yılında evimin ve işyerimin takip edildiğini fark ettim. Bunun üzerine mesai arkadaşlarım ve tecrübelerine değer verdiğim kişilerle yaptığım istişare sonucu ailemle birlikte İngiltere’ye taşındım. 

Bu soruları sormanızı gerektiren saiki tam anlayamamakla beraber bu veya benzer konularda yüzleşmekten çekineceğim bir husus olmadığını açıkça ifade edebilirim.

Sorulan soruların şahsıma özel bilgiler olduğu ve kamuoyu önünde paylaşılacak değerde olmadığını düşünmekle birlikte yanlış yorumlara vesile olmamak, arkadaşlarımın haksız itham ve yanılgılara düşmesine sebebiyet vermemek amacıyla cevaplarımı paylaşmış oldum.

Bilgilerinize sunar, çalışmalarınızda başarılar dilerim…”

****

Bu açıklamalar üzerine kendisine ilaveten, 2003 yılında evimin ve işyerimin takip edildiğini fark ettim. Bunun üzerine mesai arkadaşlarım ve tecrübelerine değer verdiğim kişilerle yaptığım istişare sonucu ailemle birlikte İngiltere’ye taşındım, diyorsunuz; gerçekten takip edildiğinizi siz mi farkettiniz yoksa Doktor Sinan müstear isimli Murat Karabulut’tan mı öğrendiniz? Siz kendiniz mi Ankara’dan ayrıldınız, yoksa Mustafa Özcan’ın Sayın Fethullah Gülen’e konuyu aktarması neticesinde Gülen tarafından mı görevden alınıp İngiltere’ye atandınız?” sorularını yönelttim. 

Şöyle cevap verdi: “Bahsini ettiğiniz şahıs ile Ankara’da hiçbir temasım olmadı. Size ifade ettiklerim benim yaşadıklarım. Dahil olan isimler olsa idi yazardım.”

Mustafa Yeşil’in bu ‘resmî’ açıklamaları ile ilgili yorumu okuyuculara bırakıyorum.

****

Diziye devam ederken lütfen bu yazıyı hatırdan çıkarmayın.

Çünkü dizinin sonlarında dev bir ejderha gibi karşımıza yeniden çıkacak.

O zaman tek tek bireylerin değil, bütün bir camianın nasıl ‘havuza düşürüldüğünü’ veya ‘havuza nasıl itildiğini’ okuyacaksınız.

-DEVAM EDECEK-

ahmetdonmez.net\\\\\\\'e Patreon ile destek olun..
Become a patron at Patreon!

6 YORUMLAR

  1. ORADA KİMSE YOKMU ?
    Bu kadar şeffaflıktan uzak her türlü kirli işler, havuz işleri, entrikalar ,hizipçilik-ekipçilik, tekme tokat dayak olayları ,kara para işleri,%15 ler, kurban paralarını iç etmeler, SADAKA-ZEKAT benzeri paraları FAİZLİ FONLARDA toplamalar, ortaklıklarda milletin malını iç etmeler, sonra da milyar dolarlara hükmederken muavenet diye millette duygu sömürüsü yapıp ceplerini boşaltmalar, soru çalmalar, Sezai olayları, Darbe işleri, şantaj kasetleri, hoş görü ve diyalogdan bahsedip üstünde akrep var aman dikkat et deyip uyaranları kömürler ile elmaslar ayrılıyor -HAİN-KAFİR-MÜNAFIK-AJAN-DAİREDEN ÇIKTI-CEHENNEMLİK diye yaftalamalar…
    Oysa bu olayları yapanların bizzat F. gülenin eliyle sanık sandalyesinde oturtulup sorgulanması gerekirken NE YAZIK Kİ bizzat F. gülen tarafından hala KUTSAL HALKADA BAŞ KÖŞEDE yer bulmaları inanın insanı çileden çıkarıyor ve kusasımız geliyor.Yoksa “Az bir şey çal seni hapse atarlar / Çok çal seni kral yaparlar…”anlayışımı hakim sizin oradaki çiftlikte?
    Her tarafta Fırıldaklar döner iken F. gülen ne yapıyordu acaba? Fırıldakların cirit attığı ortamda F. gülen bu olaylara (HAŞA boş bir çuval gibi seyrediyor) sadece noter makamı olarak onay mı veriyordu? Yada Osman Şimşek olayında olduğu gibi suçluları koruyup kolluyor dayak yiyenlere de giriş kartı hediye etmekle mi yetiniyordu?
    F. gülen etrafında dönen olaylarda nedense hiç sanki haberi yokmuş gibi davranıyor. O halde orada neden hala karar mekanizmasının başını işgal ediyor. Güzellikler benden hatalar arkadaşlardan mı demek istiyor?
    Çok yazık bu MUTLAK SORUMSUZ SORUMLU YADA SORUNLU ! LİDERLİK ANLAYIŞINI lanetliyoruz ve her sohbetinde biraz olsun kadınlar gibi ağlamayı bırakıp erkek gibi sorumluluk almasını bekliyoruz ve bu bizim en doğal hakkımız!
    Yoksa ORADA KİMSE YOKMU ? Yoksa KÖRLER SAĞIRLAR BİRBİRİNİ mi AĞIRLIYOR?
    En kötü senaryo BOZACININ ŞAHİDİ ŞIRACI mı yoksa?

  2. Ahmet bey, yazılarınızı özenle takip ediyorum. Yazdıklarınızı değerli ve cesurca buluyorum. Yukarıda havuza düşmekten bahsederken, suikast silahı demişsiniz, benim anladığım üzere tabiki bu maddi bir silah anlamında kullanılmamış. İtibar suikastı şeklinde tabir etmek daha uygun olmakla birlikte, bu gibi küçük de olsa abartmaların yaptığınız işe gölge düşürmesine izin vermemenizi bir takipçiniz olarak sizi uyarmak istedim. Lakin tabiki bunun gibi ayrıntılar olayın vehametini ve yazdıklarınızın doğruluğunu azaltmaz. Bu yolda size sabır ve başarılar diliyorum.

  3. “O zaman tek tek bireylerin değil, bütün bir camianın nasıl ‘havuza düşürüldüğünü’ veya ‘havuza nasıl itildiğini’ okuyacaksınız.”

    Ben de merak ediyorum; MIT bylock verilerine nasıl ulaşmış? Abi dediği kişiye sahte (gerçekte hiç alınmamış) byclok kullanıcı adı ve şifresi veren kişinin mahkeme dosyasına bu bilgiler nasıl girmiş? MIT ten geldiği ifade edilen cemaat gönüllülerinin listesi nasıl oluşturulmuş?

    Arkadaşlarının isimlerini verip serbest kaldıktan sonra yurt dışına çıkıp orada mağdur ve muhacir rolu yapanlar “vazifelerine” devam mı ediyorlar?

  4. Kilisenin birinde zangoç çanların altında dikiliyormuş. Papaz sinirle zangocun 2 m ötesine gelmiş ve
    – “Yine kutsal şarabı içtin değil mi?” diye bağırarak sormuş. Zangoç
    – “Ya dediğin hiçbir şey duyulmuyor. Bağır bağır!” demiş yandan yandan bakarak. Papaz iyice sinirlenmiş
    – “2 metreden nasıl duyulmuyor?” demiş. Zangoç hala
    – “Dediğin duyulmuyor. İstersen sonra konuşalım.” diyormuş. Papaz artık o kadar çok sinirlenmiş ki neredeyse zangocun üzerine üzerine yürüyecekmiş.
    – “Nasıl duymuyorsun be adam?” diye kükremiş. Sonunda zangoç
    – “İstersen yer değiştirelim. O zaman belki duyulur.” demiş ve yer değiştirmişler. Zangoç
    – “Şimdi sen söyle bakalım. Geçen ay toplanan hayır parasına ne oldu?” diyerek papaza bakmış. Papaz
    – “Zangoççum valla sen çok haklısın. Gerçekten de 2 metreden duyulmuyormuş.”

    O yüzden en zirvede ekranlar önünde çay höpürteninden en aşağıdaki zırvasına kadar herkes safları 2 metreden daha sık tutmalı ki pis işlerin kokularına engel olabilsinler.
    Hadi burada işiniz iyi halkı kandırıyorsunuz ahirette Hakkı nasıl kandiracaksiniz?

  5. Yazılarınızı takip ediyorum. ama bu yazınız çok fazla dedikodudan ibaret olmuş. delil olarak sunduğunuz bir şey yok. Mustafa Yeşil dışında yazdığınız ikinci bir örnek yok. Bahsettiğiniz üç kişi olayı da cemaati bölme tehlikesi falan taşımıyordu çünkü cemaatin kendi içinde en güçlü olduğu dönemdi. Çok mistik bir hava katmışsın. Öksüz ün ve Kara nın her toplantıdan sonra Özcan ile görüştüğüne dair delinin nedir.. Özcan ın ya da Yeşil in açıklamalarının hepsine inanmadığım gibi senin yazdıklarının hepsine de inanmıyorum. Deliller sunarak yaz ki inandırıcı ol….

  6. Sayın Ahmet bey 3 ve 4. Sorunuz
    3- Buradan Cemaat’in hemen hemen bütün tepe yöneticileri dinleniyor muydu? BAZILARININ KONUŞMALARI ÖNLERİNE KONDU MU?
    4- Mustafa Özcan size bazı tapeler getiriyor muydu? GETİRİYORDUYSA SİZ BUNLARI NE YAPIYORDUNUZ? Bu dinleme kayıtları nereden ulaşıyordu?
    Oral Çalışlar FETHULLAH HOCA’NIN KURTARDIĞI ‘YÜKSEK ZAT’ 13/12/2013 tarihli yazısında sizin bu 2 sorunuza cevap vermiş;
    Fethullah Hoca, ‘BÜYÜK ZAT’ diye tanımladığı BİR SİYASETÇİYİ YATAKTA BASILMAKTAN KURTARDIĞINI bir video açıklamasıyla gündeme getirdi. Hoca, öykünün sonunda bir başka iddiada daha bulunarak, BUNA BENZER ON HADİSE DAHA SAYABİLECEĞİNİ söyledi… Hoca, bunları bugüne kadar gizli tuttuğunu ve de elinde olayın delillerinin, olayın yaşayan tanıklarının bulunduğunu belirtiyor.

    “Bir büyük zat, bir dönemde… bir telefon geldi. Dediler ki nefsine uyarak bir yerde bir tane alüfte (hayat kadını) ile buluşmaya gidiyor ve aynı zamanda birilerinin de komplosu da söz konusu olabilir. Gece yarısı Türkiye’de onu tanıyan bir arkadaşa telefon ettim. Kalk DEDİM, EVİNE KOŞ GİT, oraya gitmesin katiyen, hem kendisi o masiyete girmesin hEM DE HAFAZANALLAH BİR KOMPLO MESELESİ İSE ŞAYET GÜNÜMÜZDE GELDİĞİ NOKTAYA GELEMEZDİ, gelemez dedim. VE O MEVZUDAKİ TELEFON SABİT. KENDİSİNE RİCADA BULUNDUĞUM O ZAT DA HAYATTA, ama ben bugüne kadar o meseleyi kimseye açmadım. Bize düşen şey odur, ayıbını yüzüne vurmama. Ama belki de öyle birisi, benim öyle bir ayıbını bildiğimden dolayı şimdilerde homurdanıyorsa şayet, keşke BENİM AYIBIMI BİLEN BU İNSAN NALLARI DİKSE GİTSE DE AYIBIMI BİLEN KİMSE OLMASA… Mümin olarak bizim karakterimiz buydu, BU MEVZUDA BELKİ ON TANE HADİSE SAYABİLİRİM.”
    Akla gelmesi kaçınılmaz olan bazı sorular ve bazı gözlemler…
    1- “Ben bugüne kadar o meseleyi kimseye açmadım” diyen Fethullah Hoca, O ‘BÜYÜK ZAT’A BİR ŞEYLERİ HATIRLATMIŞ VE BİR ANLAMDA ONA BİR MESAJ GÖNDERMİŞ OLMUYOR MU? Bu sözlerden “Elimde belgeler var, ona göre” diyenler, bu sonucu çıkaranlar kaçınılmaz şekilde olacaktır.
    2- Amerika’da yaşayan bir din adamına, ‘BİR BÜYÜK ZAT’IN BİR KADINLA BULUŞMAYA GİTMESİ HABERİNİ GECE YARISI KİM VERİYOR, VERMEK GEREĞİNİ DUYUYOR? Bu ‘haberleşme’, anlatılan buluşmadan çok daha ilginç değil mi?
    3 Hoca, “BU MEVZUDA BELKİ ON TANE HADİSE SAYABİLİRİM” derken neyi ima ediyor?
    6 Fethullah Hoca’nın AÇIKLAMALARINI KENDİ SESİNDEN DİNLERKEN İNSAN ÜZÜLÜYOR. İki taraf arasındaki gerginlik, BİZİM BEKLEDİĞİMİZDEN DAHA SERT,ÇATIŞMALI, GARİP, HATTA AKIL ÖTESİ BOYUTLARA GEÇİYOR SANKİ… Herkesin elindekini masaya koyduğu ve OYUNUN KURALSIZLAŞTIĞI, HATTA ALIŞTIĞIMIZ MANTIK NORMLARININ TERK EDİLDİĞİ bir zemindeyiz. Diyor Oral ÇALIŞLAR.
    ***Gülen SOHBET ADI ALTINDA yaptığı bu açıklama ile kocakarılar gibi dedikoduya zemin hazırlayıp, tipik bir delinin biri taş atmış olayı gibi olabildiğince bol bol fitne tohumları ekiyor ayağınızı denk alın tarzı gözdağı açıklaması ile AMAÇLAR ORTAK İKEN KURTARMAK İÇİN UYKULARINDAN OLDUĞU bir büyük zat’ı yollar çatallaşınca ne kadar çirkefçe ve açıkça , insanları sırlarını açığa çıkartmakla tehdit , akıllı olun ben de malzeme çok sizin kirli çamaşırlarınızı da biliyor olabilirim ve çıkartma gücüm var mesajı ile ekranlardan bel altı şantajla mühim zatları nasıl avucunda tutabildiğini ve ne yazık ki işi bitince feda edilebilecek hale geldiğini göstererek kendisini ve hizmet gönüllülerini bir pislik çukura atmıştır.
    Gülenin buradaki hassasiyetinin çok üzücü bir şekilde zinanın günahından daha çok komplo tehlikesine ve o zat dediği kişinin konumuna zarar gelmemesi düşüncesi yer aldığı anlaşılıyor.
    Zaten eteklerindeki taşı ve ağzındaki bir büyük zat baklasını darbe sonrası tüm dünya basını önünde açıklama çirkinliğinde bulunmuş ve kendi karakterini sergilemiştir.
    Çok yazık ki hala bu kadar sorumsuz davranışları nedeniyle fitne ateşini yakan, körükleyen bir zat hala ekranlarda hiçbir şey yapmamışçasına konuşmalarını sürdürüyor.
    Bir zamanlar yatakta basılmaktan korumaya çalıştıkları zatı gün geliyor şafakta basmaya teşebbüs ediyolar.Ne diyelim Allah akıl versin.

CEVAP VER

Yorumlarınızı giriniz!
Buraya isminizi giriniz