Mahrem hizmetlerdeki güç savaşları (1)

Cemaat’in bugün geldiği nokta, büyük oranda bu kapışmanın neticesi.

Zaten bu dizinin anlatmaya çalıştığı da bu.

‘Mahrem hizmetler’ üzerinde çok uzun zamandır süren büyük hesaplar var.

Hâkimiyet kurma mücadelesi bu.

Bu tek taraflı bir savaş mı yoksa iki taraflı mı, orası önemli.

Biraz daha açayım; Cemaat’in kimi tepe yöneticileri arasında bile kendine taraftar bulan bir görüşe göre içeride iki ayrı grup var ve bu iki klik, uzun yıllardır birbiri ile rekabet halinde.

****

Peki bu neyin kavgasıdır ve iki gruptan kastedilen kimlerdir?

Önce birincisinden başlayayım…

Yani neyin kavgası olduğundan…

Sık sık vurguladığım ve çoğu insanca da bilindiği üzere Cemaat’te aslolan mahrem birimler. Yani askeriye, Emniyet, istihbarat ve yargı ile ilgilenen sivil imamların olduğu yapılanma…

Çünkü gücü, bilgiyi ve enerjiyi üreten asıl yer burası. 

Denetlenemeyen örtülü ödenek de burada.

Bir zamanların moda jeo-politik teorilerinde, “Ortadoğuya hakim olan bölgeye hakim olur; bölgeye hakim olan, dünyaya hakim olur,” dendiği gibi, “Mahrem birimlere hakim olan Cemaat’e hakim olur; Cemaat’e hakim olan Türkiye’ye hakim olur,” anlayışı vardı.

Bu şekilde zikredilmese ve adı bu şekilde konmasa bile fiiliyatta zihnî arka plan böyleydi.

****

İkinci kısma, yani bu grupların kimlerden oluştuğuna gelince…

Kestirmeden söylemek gerekirse, iki ayrı gruptan kastedilen Mustafa Özcan ve Murat Ceylan ekipleri

Yıllar boyunca Gülen’in mahrem hizmetlerde muhatap aldığı iki kişi vardı: Özcan ve Ceylan.

Bu ikisinin rekabeti ve anlaşmazlıkları da hususi birimlere damga vurmuştu.

Peki bu yakıştırmalar doğru muydu?

Gerçekten bu şekilde iki ayrı grup var mıydı?

****

Makarayı biraz geriye saralım…

80’li yıllarda mahrem hizmetleri ilk başlatanlar, Gülen’in ilk halkasında bulunan isimler.

İsmail Büyükçelebi, “Kara Kuvvetleri imamı“ydı.

Mustafa Özcan, Hava Kuvvetleri; ‘Doktor Kudret’ olarak tanınan Kudret Ünal da “Deniz Kuvvetleri imamı“ydı.

Büyükçelebi’nin yardımcısı, Cemaat içerisinde ‘Murat Ceylan’ olarak bilinen Orhan Cem Çavdar, Hava Kuvvetleri’nde ise Özcan’ın yardımcısı ‘Namık’ müstear adıyla tanınan Adil Öksüz’dü.

Bu kuvvetler içerisinde asıl olansa ‘Kara’ idi. 

Tıpkı TSK’nın kendi teamüllerinde olduğu gibi…

Ancak Büyükçelebi‘nin buradaki varlığı daha çok sembolikti ve birimde işleri asıl kotaran kişi Ceylan‘dı.

Haliyle Murat Ceylan, mahrem tarafta öne çıkan ve o birimi domine eden kişiydi. 

Karakter itibariyle de baskın biriydi: Disiplinli, kendine güveni yüksek, başına buyruk, eğip bükmeden konuşan, kararlı, görüşlerinde ısrar eden, tavizsiz biri olarak tanınıyor.

1990’ların ortasında Büyükçelebi, görevi ona devrediyor. Yani “Kara Kuvvetleri imamı” Murat Ceylan oluyor.

Yaşça ve Cemaat geçmişi itibariyle daha kıdemli olan Mustafa Özcan, onu kontrolü altına almaya çalışıyor ve kendine tâbi olmaya zorluyor. Ceylan da net bir şekilde buna karşı koyuyor.

İkisinin yıldızları hiçbir zaman barışmıyor. Birbirlerini hiç ama hiç sevmiyorlar.

****

Murat Ceylan, Teksas imamı” olarak ABD’ye tayin olacağı 1999 yılına kadar bu görevde kalıyor.

99’da görevini, ‘Hacı Murat’ müstear adını kullanan yardımcısı Ali Semerci’ye bırakıyor. 

Fakat uzun yıllar boyunca elini oradan çekmemekle, her zaman askerî renkleri uzaktan yönetmeye çalışmakla suçlanacaktır.

Mustafa Özcan da 2000’lerin başında yerini yardımcısı Adil Öksüz’e devrediyor.

İşin ilginç tarafı, o da elini Hava Kuvvetleri’nden hiç çekmemekle, kendine ayrı bir ‘paralel yapı’ kurmakla ve bütün birimleri kontrol etmeye çalışmakla itham edilecektir.

Fakat 15 Temmuz’a kadar öne çıkan asıl şayia, “Murat Ceylan çetesi” oluyor.

Mustafa Özcan, bu süreci başarılı bir şekilde yönetiyor ve bu algıyı oturtuyor. 

O ve beraberindeki bazı isimler, Ceylan’ın bir ekibinin olduğunu, yapıyı ele geçirdiklerini ve yönettiklerini iddia ediyorlar.

Hatta bunun daha ötesinde, bu ekibin hain olduğu ve ‘köklerinin dışarıda olduğu’ tezini de işliyorlar.

Bunun çok çarpıcı ve kirli bir tarihi var, ki onu da ilerleyen bölümlerde okuyacaksınız.

****

Bu, Gülen’e defalarca arz edilmiş bir konu.

Önceleri Gülen, Murat Ceylan’a çok itibar ediyor. 

O işlerden almış olmasına rağmen, ABD’ye tayin olduktan sonra bile bazı askerî konularda onu muhatap alıyor. 

Bir karar alacağı veya bir atama yapacağı zaman ona da danışıyor.

Bir nevi Gülen’in ‘askerî danışmanı’ oluyor.

Ceylan’ın özellikleri, Gülen’in etrafında halelenen insanların profilinden biraz farklı. Yukarıda da değindiğim gibi; söyleyeceklerini doğrudan söyleyen, yuvarlak konuşmayan, Gülen’e karşı bir görüşte ısrar edebilen, o aksini söylese bile doğru bildiğinden geri adım atmayan bir kişilik…

Bu da çoğu zaman Gülen’e yakın isimler ve mollarca ‘saygısızlık’ olarak kabul ediliyor. “Hocamızla ne biçim konuşuyor!”, “Büyüğümüz’e karşı sınırları zorluyor, edep sınırlarını aşıyor!” gibi tepkilere muhatap oluyor.

Yine de Gülen belli bir tarihe kadar onu muhatap almaya devam ediyor. 

****

Mustafa Özcan ise bu durumdan pek hoşnut değil. 

Ona yakın isimlere göre Gülen, Murat Ceylan‘a danışmıyordu; Ceylan vazifesi olmadığı halde Gülen nezdinde fiili durum oluşturarak kendini zorla kabul ettirmeye çalışıyordu.

Netice itibariyle Özcan, Ceylan’ı yıpratabilmek için elinden geleni yapıyor.

Belli bir tarihten sonra bunda başarılı olmaya da başlıyor.

Bunda iki faktör etkili oluyor.

Birincisi; Cemaat içindeki “KÖZ sendromu”. Yani Kemalettin Özdemir

Önce “Ankara imamlığı“, sonra da “Emniyet imamlığı“ndan alınmasına rağmen Özdemir’in bu görevleri bırakmaması, yerine atanan kişileri bir bir sindirmesi, görev sahasına giren bazı önemli kişilerin yeni gelen imamlara değil de kendisine tâbi olmaya devam etmesi, bir önceki yazıda da anlattığım üzere Cemaat içerisinde uzun süreli bir krize yol açıyor.

Bu, Fethullah Gülen’in en büyük hassasiyetlerinden biri haline geliyor.

“Bunu erken fark edebilseydik bu kadar büyümeden problemi halledebilirdik,” diye hayıflandığı anlatılır.

O yüzden ‘yeni Kemalettin Özdemirler‘ çıkması korkusu, Gülen’i teyakkuzda tutuyor.

Görevden alınan birinin bir daha asla oraya dönüp bakmaması, o birimle irtibata geçmemesi, eski görüştüğü insanlarla bağlantı kurmaması gibi sıkı bir kural var.

Mustafa Özcan, Adil Öksüz ve onlara yakın bazı birim sorumluları, sık sık Murat Ceylan’ı buna uymamakla şikâyet ediyor. 

Ceylan’ın ara ara Türkiye’ye gelip bazı mahrem imamları topladığı ve onlardan bilgi toplamaya çalıştığı anlatılıyor.

Benim ulaştığım bilgilere göre bunda kısmen haklılık payı da var.

Bu bir çeşit, gücü bırakamama, önemli olmaktan vazgeçememe, alışkanlıkları terk edememe hastalığı…

Ki, nerdeyse hususi birimlerin çoğunda aynı hastalık var.

Güç zehrinin damara enjekte olduğu ve vücudun enfekte olduğu yer de asıl burası zaten.

Gerçekten de Murat Ceylan‘ın ‘Hacı Murat’ üzerinden Kara’da olanları takip etmekten başka, bir Türkiye ziyaretinde mahrem birimlere bakan bazı imamları bir araya getirdiği ve onlardan güncel bilgileri almak istediği anlatılıyor.

Bu da bir rahatsızlığa yol açmıştı.

Mustafa Özcan, bu durumu iyi kullandı.

Gülen’in “KÖZ hassasiyetini” iyi yönetti.

Murat Ceylan’ın gözden düşmesinde etkili olan ikinci faktör ise Teksas’taki bazı idarî hataları oldu. Özellikle ‘charter’ okullar konusunda Cemaat’i ABD makamları nezdinde sıkıntıya sokan bazı uygulamaların, Ceylan’ın eseri olduğu belirtiliyor.

Bununla birlikte, çok fevri davrandığı, kimseyi takmadığı, istişareye önem vermediği yönünde şikâyetler de gidiyor Gülen’e.

****

Bütün bu lobi çalışmaları, şikâyetler ve kişisel hatalar neticesinde Gülen’in Murat Ceylan’a yaklaşımı 2010’lardan sonra değişmeye başlıyor.

Bu tarih, hem AKP iktidarı ile Cemaat arasındaki savaşın başladığı hem de Mustafa Özcan’ın Cemaat içinde hemen her alanda ipleri tamamen ele almaya başladığı tarih.

Özcan, 2010’dan itibaren ‘mahrem bölge’de kendi ‘mahrem ekibini’ kuruyor. (Sonrasında çok önemli başka hamleler olacak. Onlara sonraki bölümlerde geniş bir şekilde değineceğim.)

Gülen, Murat Ceylan’a yine bazı kararlarda danışmakla ve önemli görevler vermekle beraber bu süreçte tercihini hep Mustafa Özcan’dan yana koyuyor.

Mahrem imamların Pensilvanya’ya Gülen’i ziyarete geldikleri sırada Ceylan’ın kampa gelip bu görüşmelerde hazır bulunmaya devam etmesi, Özcan’da rahatsızlığa yol açıyor.

Murat Ceylan önce 2012 yılında Chicago’ya tayin oluyor. 2014’te de bu ülkeden tamamen uzaklaştırılıp Brezilya imamı” yapılıyor.

Ceylan, özellikle 15 Temmuz’dan önceki son düzlükte, 2015 yılında en ağır darbeyi yiyor.

Bunun detaylarını da yeri geldiğinde anlatacağım, ki çok önemli bir kırılma noktasıdır.

Orada mevzu sadece Murat Ceylan da değil aslında. O sadece bir nüans olarak kalır.

Transatlantiğin yönünün değiştiği tarih o…

Bu yön değişikliği sırasında Gülen, Murat Ceylan’a sırtını dönüyor.

Sonrasında Ceylan tamamen köşesine çekiliyor.

15 Temmuz’dan sonra Brezilya’yı terkedip New Jersey’e yerleşiyor.

Şu anda da öğrendiğim kadarıyla kendi halinde, hem eşinin yaptığı ev yemeklerini satan hem de Amazon’da ikinci el kitap satışı yapan bir münzevi.

****

Peki gerçekten de Murat Ceylan çetesi diye bir çete var mıydı?

Yoksa bu bir kara propaganda mıydı?

3-4 yıldır cevap aradığım sorulardan biri de bu. 

M. Özcan’a yakın insanlar kesinlikle böyle bir grubun var olduğunu iddia ediyor.

Dediğim gibi, gruplar üstü konumda olan bazı önde gelen ‘ağabey’ler içerisinde de böyle düşünenlere rastladım.

Bense şu sorulara cevap aradım:

Böyle bir grup varsa üyeleri kimlerdir?

Bu insanların belli bir amaç birlikteliği var mı?

Bu amaç doğrultusunda bir araya geliyorlar mıydı?

Aralarında bir görev dağılımı var mıydı?

****

Gördüğüm fotoğraf şu şekilde:

Evet, Murat Ceylan iddialı bir adam. Organizasyon kapasitesi var. Bıraktığı görev yeriyle bağlarını da sürdürmüş. Kendinden sonra gelenlerle temaslarını kesmemiş.

Bilhassa ‘Hacı Murat’ üzerinden Kara Kuvvetleri ile bilgi akışı hep olmuş.

Ancak bütün bunlar, organize bir ekip veya bir çete olduklarını söylemek için yeterli değil.

Çünkü yukarıda sıraladığım sorulara bulduğum cevaplar, böyle bir gruplaşmanın varlığını doğrulamıyor.

Öncelikle, ‘çete üyesi’ denilen insanlarla aralarında bir amaç birlikteliği yok. 

Halefi ‘Hacı Murat’ dışında adı geçenlerin çoğu ile sorunlu.

Meselâ “çete üyesi” denilen eski ‘bilişim imamı’ Yusuf Kenan ve Adil Öksüz‘den önceki son “Kara Kuvvetleri imamı” Ümit müstear isimli Ahmet Ş. Keskin ile hiç anlaşamadıklarını ve çok problem yaşadıklarını öğrendim.

Hatta bütün bu isimleri yakından tanıyan bir Cemaat yöneticisi, “Kedi-köpek gibidirler,” diyor.

Aynı şekilde, “eski MİT imamı” Doktor Selman (Gerçek adını öğrenemedim) ile de çok uzak oldukları, hiçbir zaman bir ekibin parçaları olmadıkları belirtiliyor.

“Murat Ceylan’ın adamı” denilen isimlerden şu anda “Amerika imamı” olan Said Kaya da bu şablona uymuyor. Çünkü Kaya ile Ceylan bir zamanlar yakın arkadaş olsa ve ortak iş yapmış olsalar dahi Said Kaya, kişilik itibariyle kimseye tâbi olmayan, kendi doğrularının peşinden giden, nev-i şahsına münhasır bir insan.

Şu anda da Amerika imamı olmasına ve Murat Ceylan da New Jersey’de yaşamasına rağmen birbirlerine selam dahi vermiyorlar. 

Ceylan, Cemaat’in hiyerarşisi tarafından görmezden geliniyor; Ceylan da kendini tamamen bu hiyerarşik yapıdan uzak tutuyor.

“Çetenin üyesi” denilen bir diğer kişi, “eski Deniz Kuvvetleri imamlarından” olup gerçek adını öğrenemediğim ‘İrfan’ müstear isimli bir sivil abi.

Fakat onunla da ilişkisinin dostluktan öteye geçmediği, ortak bir amaç etrafında disipliner bir grup oluşturmadıkları bilgisini edindim.

 Elbette kastedilen bütün isimler bunlarla sınırlı değil. Sadece birkaç örnek vermiş oldum. 

10’un üzerinde isim sayılıyor ama bir ‘örgüt’ kurmak istese Ceylan’ın bunların çoğunu göreve getirmeyeceğini düşünüyorum.

Benim topladığım bilgilere göre Murat Ceylan, ekipçi veya teşkilatçı özellikler taşımayan bir karakter. Egosu yüksek ve bencil. Kendi merkezli yaşayan birisi. Lider özellikleri yok. 

Bu yüzden, tıpkı Mustafa Özcan gibi sevilmeyen birisi.

Ama buna rağmen “KÖZ fobisi”ni çok iyi kullanan Özcan’lar, Gülen nezdinde onu bitirmeyi başardılar.

Onunla birlikte birkaç kişinin daha görevden alınmasını sağladılar.

Bu sayede bir “Murat Ceylan çetesi” çuvalı oluşturdular ve hazır böyle bir algı oluşmuşken tasfiye etmek istedikleri herkesi “Murat Ceylan çetesinin üyesi” diyerek aynı torbaya doldurmaya çalıştılar.

Bu süreçte Murat Ceylan efsanesi tamamen bitti. Çünkü, Ceylan’ın adamı olmakla suçlanıp da onunla herhangi bir ekip ilişkisi içerisinde olmayan kişiler, ondan risk almasını ve bu şayiayı ortadan kaldırmasını bekledilerse de böyle bir inisiyatif göremediler. 

Bunlardan bazılarının, “Murat Ceylan kesinlikle peşinden gidilecek bir adam değil. Böyle bir çete de hiç olmadı. Ama keşke olsaymış. Keşke böyle bilinçli, organize bir grup olsaymış da Hizmet’in bu hallere düşmesine engel olabilseymiş. Göz göre göre Hizmet’i uçurumdan aşağı yuvarladılar. Cemaat’te iki ayrı grup yok. Bir Hizmet var, bir de onun içinde ayrı bir örgüt kuran Mustafa Özcan var. Hizmet’i 15 Temmuz bataklığına sokanlar Mustafa Özcan’ın adamlarıdır. Bir çete varsa onun adı asıl Mustafa Özcan çetesidir,” dediklerini de ilave etmeliyim.

****

Bu arada Murat Ceylan’ın kendisine de ulaştım ve hakkındaki iddiaları yönelttim.

Kendisi sorularımı yazılı isteyip yine yazılı cevaplar gönderdi.

“Bir Murat Ceylan çetesi var mı?” şeklinde doğrudan sordum. Doğal olarak, “Hayatım boyunca çeteleşme veya ekip kurma gibi bir girişimim olmadı. Dolayısıyla ekip veya çetem de olmadı. Bilindiği üzere ‘Müddei iddiasını işpatlamakla mükelleftir’ kaidesi gereği bu tür iddia sahipleri kimlerse ortaya çıkıp bu çetenin üye ve faaliyetlerini deşifre edip delilleriyle ispatlamalılar,” cevabını verdi. 

Gülen Cemaati içerisinde gruplaşmalar olup olmadığı hakkında da şunları kaydetti: “İnsanlık varolduğu sürece dinî ve sosyal gruplar, vakıflar, dernekler, kâr amaçlı şirketler, STK’lar vb yapılarda fikir çeşitliliğinden kaynaklanan gruplar var olagelmiştir. Bu da insan doğası gereğidir ve böyle de devam edecektir. Bu manada elbette ki insanların farklı düşünceleri olabilir. Bu düşünceleri kendine yakın bulanlar da olabilir. Ancak bugüne kadar Hizmet Hareketi’ni bölme ve parçalama kabiliyetine sahip kesin hatlarla ayrılmış düşmanca hareketlere odaklanmış, cepheleşmiş, kayda değer çokluğa sahip bir hareket görmedim. Her türlü sosyal hareket içerisinde idareye talip insanlar olabilir. Daha iyi bir performans ortaya koyacaklarını, mevcut yapıyı daha ileriye taşıyacaklarını düşünebilirler. Bunun olması da doğal bir durumdur. İnsanların bazı düşünceleri yüzde yüz uyuşmayabilir. Farklılık arz edebilir. Kendinde güç vehmeden kişiler de olabilir. Ancak arkasına hatırı sayılır bir grup toplayıp diğerlerine tahakküm eden bir oluşuma şahit olmadım. Her zaman için ferdi bazı çıkışlar her yerde olabilir.”

Ceylan, Mustafa Özcan’la ilişkileri ile ilgili olarak, “Mustafa Özcan Bey’le hiçbir zaman amir-memur ilişkim olmadı. Yollarımız bu şekilde kesişmedi. Bazı insanların tahakküm niyetleri olabilir. Niyet okuyup insanları mahkum edemeyiz. Başta da dediğim gibi, ne kendi ekibim oldu ne de herhangi bir ekip içine dahil oldum,” sözlerini sarfetti.

Özcan’a tâbi olmayı reddettiği için hedefe oturtulduğu yorumları ile ilgili olarak da şunları dile getirdi: “Ortalıkta açıktan böyle şeyler yapanları görmüyorum. Kötü niyetli insanların olması her zaman muhtemeldir. Beni hedef yapsalar dahi bana zarar verebilececeklerini düşünmüyorum. Varsa kötü niyetli kişiler, onlarla dünyada bir hesabım olmaz. Allah’a havale eder geçerim. Hesap gününde kaybeden, hüsrana uğrayan yalancı, iftiracı ve art niyetliler olur. İyi ki ahiret var.”

Kendisine, 15 Temmuz’la ilgili düşüncelerini de sordum. “Gülen Cemaati 15 Temmuz’un neresinde?”, “Sizce Cemaat içerisinde bir grubun ihaneti, yanlış hesapları, iş bilmezliği veya hataları yüzünden Cemaat 15 Temmuz’a sürüklenmiş olabilir mi?”, “Cemaat’in bütünü olmasa bile içinden küçük bir grubun 15 Temmuz’a bulaştığını düşünüyor musunuz?” şeklindeki sorulara şu cevapları verdi: “Ben yaklaşık 22 yıldır Türkiye’den uzaktayım. 1999-2012 arasında Houston’da, Şubat 2012-Haziran 2014 arası Şikago’da, Haziran 2014-Eylül 2016 arası Brezilya’da idim. O tarihten bu yana da New Jersey’de bulunuyorum. Türkiye’ye en son 15 Temmuz’dan 1 yıl evvel gitmiştim. Olay olduğunda Brezilya’da idim. Bulunduğum mekân ve zamanlar itibariyle 15 Temmuz’u yakinen takip etmem mümkün değildi. Ben de herkes gibi duyduğum andan itibaren medyadan takip etmeye başladım. Hizmet Hareketi dünya ölçeğinde tanındı, faaliyetleri oldu, ciddi bir varlık ortaya koydu. Böylesi bir hareketi seven, taraftar olan, merak eden, endişe eden, nefret eden ve düşman ilan eden, onunla mücadeleye girişen kişilerin, grupların, yapıların da olması gayet normaldir. Bilhassa yakın tarihimiz bunun en canlı örneğidir. Ülke istihbaratları bu yapıların nabzını tutmak ister. Kendilerince tehlikeli görürlerse içten bölmeye, bazı tuzaklara çekmeye, kamuoyunda yıpratmaya çalışırlar. İçeri eleman yerleştirir, kumpas kurarlar. Bilinen bu konuyu uzunca anlatmama ihtiyaç yok. Her türlü dinî ve sosyal hareketler için geçerli olan bu durum Hizmet için de  geçerlidir.

Böylesi bir sürece gidişte yukarıda sizin sıraladığınız unsurlarla birlikte

  • Bazı kişiler kullanılmış olabilir.
  • Kullanılan kişiler kullanıldığını bilemeyebilir.
  • İşler bir veya birkaç perdeli yürütülüp kullanılan kullanıldığının farkında olamayabilir.
  • Bazı insanlar monte edilebilir.
  • Beklentileri, zaafları, bazı yaraları olan kişiler istekleriyle bazı misyonlar edinmiş olabilir.
  • Bazıları ihanet düşüncesi olmadan birtakım beklentiler nedeniyle işe dahil olabilir.
  • Medyada da sıklıkla yazıldığı gibi, gidişattan memnun olmayan ve  Hizmet’i seven bazıları ferdî inisiyatifleriyle işin içine girmiş olabilir.
  • Cemaat’in bütününün böylesi bir maceraya kalkışma ihtimali muhalin zirvesidir.

Bütün bunların hepsi muhtemeldir. Bu muhtemellerin içinden hangisi ne seviyede olmuştur, vb. sorulara cevap verebilmem için işin tam mahiyetine vakıf olabilmem lazım. 15 Temmuz’un çok uzağında bulunan biri olarak benim böyle bir vukufiyetim yok. Herkesle beraber muhtemeller üzerindeki yorumları, kanaatleri dinliyoruz. Şu şöyledir desem ortaya delilini koymam gerekir. Bu nedenle genel ifadeler kullandım.”

****

Yazıyı kişisel bir paragrafla bitireyim.

Bu bölümde aslında bir risk almış oldum.

Çünkü öğrendiğim kadarıyla Cemaat içerisinden bazı insanlar benim haber kaynağımın Murat Ceylan veya ona yakın insanlar olduğunu iddia ediyorlar. 

Veyahut benim bu grup adına hareket ettiğimi, onlar tarafından manipüle edildiğimi ileri sürüyorlar.

Ekrem Dumanlı’nın “Ahmet Dönmez’e bir çift söz” başlıklı videosunda da bunun izleri vardı.

Genel bir cevap vermem gerekirse; Murat Ceylan’ın adını ilk kez 3 yıl önce duydum. Kendisini hiç görmediğim gibi, onunla bugüne kadar tek bir kez konuşmuşluğum dahi yok. İlk olarak bu bölüm için kendisiyle iletişime geçtim. Telefonla konuşma taleplerimi kabul etmedi. Günde 12 saat çalıştığını, çok yoğun olduğunu, bel rahatsızlığı nedeniyle sağlık sorunları yaşadığını ve bu konularla hiç meşgul olmak istemediğini iletti. Sadece birkaç soruya kısa cevaplar verebileceğini söyledi. 

Neticede yukarıda paylaştığım soru ve cevaplar ortaya çıktı.

Onun dışında, Ceylan’ın ekibinden denilen insanlarla da bir temasım yok.

Yukarıda zikrettiğim isimlerin hiçbiri ile bir görüşmem veya bir konuşmam olmadı. Görüşme taleplerim oldu ama ısrarla reddettiler. Belki de tam da bu iddialar ve şüpheler yüzünden kaçındılar, bilemiyorum.

Bir tek Said Kaya ile 2016 yılından bir tanışıklığım var ama onunla da yıllardır görüşmüyorum. “Amerika imamı” olmasının ardından yaptığım videolarda kendisine bazı eleştiriler yöneltmiştim. Bu yayınlarımı izleyip izlemediğini, izledi ise yorumlarım hakkında ne düşündüğünü bilmiyorum. 

****

Yine de bu yazıda, “Murat Ceylan’ın kendine bağlı bir oluşum kurduğu yönünde bir kanaatim yok,” diyerek risk üstlendiğimin farkındayım.

Şimdi, “Gördünüz mü, bakın tarafını belli etmiş,” diyecekler çıkacaktır.

Çıksın.

Baştan beri insanların ne diyeceğine, beni nasıl etiketleyeceklerine, nasıl bir propaganda yapacaklarına bakmaksızın kendi doğrularımla hareket ediyorum.  

Okuyorum, araştırıyorum, soruşturuyorum, düşünüyorum, muhakeme ediyorum ve ulaştığım vicdanî kanaatleri okuyucularla paylaşıyorum. Bu kadar.

Murat Ceylan konusunda da gördüğüm fotoğraf budur.

Yarın bir gün başka bilgilere ulaşırsam bu görüşlerimi de revize ederim.

-DEVAM EDECEK-

ahmetdonmez.net\\\\\\\'e Patreon ile destek olun..
Become a patron at Patreon!

7 YORUMLAR

  1. Ahmet bey bu yazınız sonrası şu satırlara âmin demeye davet ediyorum.
    Sırf kişisel hırsları ve iç tepişmeleri neticesi darbe karar mekanizmalarında bulunanları, A.Ö. e bizzat darbe emrini veren asrın katilini (her kimse bu kişi? bilmiyoruz ya!) , bu darbe emrini alıp taşıyanları, aracılık yapanları, bu emri arkadaşlarına telefonla yada yüz yüze iletenleri ,bu tuzağı bilip te karşı çıkmayanları ve bu darbe emrini bizzat uygulayanları ve emri altındaki masumları bu kirli işe alet edip bu ateşe atan ve kendi halkına kurşun sıkanları, darbeden haberi olup dilsiz şeytan olanları ; darbe esnasında kılına dahi zarar gelenler en başta olmak üzere, milyonların yola dökülmesine, işinden, sevdiklerinden ayrılmalarına ve hapse düşmelerine sebebiyet veren aklını kiraya verenleri bu dünyadada ahirette de Allah’a havale ediyoruz.
    Ya Rabbi babalarının zalimlikleri yüzünden masum olan aile bireylerinin evlerine ateş salma, yuvalarını başlarına yıkma, onlara da sabır yağdır, doğruyu yanlışı görme basireti ver. AMİN.

  2. Kainat daki sosyal kanunlar fizik ve matematik kanunları kadar kesindir. Tek farkı zaman boyutunun gayb olarak bırakılmasıdır.
    Eğer Allaha adanmışsak kanunlarının dışına çıkarak hizmet edemeyiz. Yalan söyleyemeyiz, insanları aldatamayız, üçüncü kişilerle ilgili meşru olmayan tasarrufta bulunamayız. Bulunursak ne olur: Kendimize tanrılık vehmetmiş oluruz. Senin kanunlarını beğenmedik aklımızla daha iyisini bulduk demektir. Onun kanunlarını gerçekte herkes her zaman bilir. Vicdan Allah’ın en büyük kitabıdır. O na aykırı hareket edersek Allah bizi sonuçları ile baş başa bırakır.
    Cemaat’ deki karar alıcılar kendilerine tanrılık vehm ettiler hala da devem ediyorlar. Pişmanlık görmedik. Adanmış mazlumları insan yerine koyup açıklama gereği bile duymuyorlar. Biz tanrılar bunu size uygun bulduk, sesinizi kesin kesin aklınınız ermez, tavrı içindeler. Peygamberlik değil de Tanrılık dememin sebebi; peygamberlerin insanların aklında şüpheli bir şey bırakmayıp her şeyi açıklamalarıdır.
    Hesap sorulmazlık tanrısal bir sıfat dır. Sorgulanmayan karar alıcıların devrinin geçmesinde
    bu yazıların hayırlı sonuçlara sebep olacağına inanıyorum. Emeğinize sağlık.

  3. Ahmet bey yazılarinıza yapılan yorum yayınlama kriterlerinizi açıklamanızı rica ediyorum .5 gün önce yaptığım yorum her nedense hala beklemede.?Neden yazılarınızda yorum az anlaşılıyor biraz. O sıklıkla vurguladiginiz şeffaflık ve objektiflik ilkesini keşke once kendinizden başlasaniz.

  4. Ne araştırmacı gazetecilik nede zeka eseri bir yorum var. Tamamen dedikodu zırvaları. Ben gazeteciyim diyen birinin daha üstün bir performans sergilemesi gerekir. Dedikodu üretme ve yaymadaki bu üstün motivasyonun karın doyurucu sebepleri olması lazım. Kalite düşük olsada bu kadar gayret bedava olacak şey değil.

  5. ‘Bilgileri aradım ama ulaşamadım’ türü kıvırmalara gerek yok. Sarı zarfla posta kutunuza bırakılan yazıları, bilgileri harmanlayıp süsleyip kendi yazınızmış gibi verdiğiniz aşikar. E tabi haklısınız, tomarla kağıt içinden bazı bilgileri bulup bazılarını eleyip insicam içinde estetik bir yazıya dönüştürmek de kolay değil, o da araştırmacı değilse de aramacı gazetecilik sayılabilir.
    Ben asıl şunu merak ediyorum: Posta kutusundaki sarı zarflar, Malatyalılar grubundan mı Ulusalcılar grubundan mı yoksa bizzat H. Fidan’dan mı geliyor? Dürüst olup, açıklayın. Merak etmeyin yine okunursunuz, yine meşhur olursunuz, ‘Erdoğan’a soru sorabilen son gazeteci’ markanızın değeri düşmez! Sizi okuyan kitle içinde zaten birilerine kızdığı için kendini rahatlatma ve ‘bak ben de bunun böyle olduğunu biliyordum’ demek için okuyan çok insan var. (O değil de bari Patreon’dan falan biraz para verseler de samimiyetlerini ortaya koysalar…Ama onlar sizin paraya ihtiyacınız olmayacağını mı düşünüyor yoksa)…
    Dürüst olun açıklayın…Yoksa herbir kahramanının 24 saat yanındaymış yazdığınız martavallara inanmamızı beklemeyin…Hadi haber kriterlerini geçtim, böyle bir dedikodu tekniğine Selahattin Duman bile tenezzül etmezdi…
    Bir dakika yoksa siz de Murat Ceylan’ın dediği gibi ‘perdeli kandırmaca’ mağduru musunuz?

    Ya da iyisi mi yeteneğiniz varsa kendi ‘temiz’ cemaatinizi kurun size Patreon’dan 1 doları euroyu çok gören takipçileriniz ile…

    Hadi lütfen açıklayın…

  6. Seriyi başından beri aralıksız okuyorum. Röportajlarınızda size katılmayan okurlarınızın bile yazılarınızı %90 doğru bulduğunu söylediniz ama ben bu kadarına bile katılamayacağım çünkü bulgularınızla yorumlarınız iç içe, önce vakayı yazıp sonra taşları yerine koyarak hikayeleştirseniz daha güzel olurdu. Özellikle karakter analizi kısmında sizi çok peşin hükümlü buldum. Böyle insanlar olabilir mi? Evet olabilir ve siz yazmadan önce de bu zaten hep şüpheyle yaklaştığım bir şeydi. Ama ismi geçen insanlar bu karakterde insanlar mıdır? Sizin yorumlarınız dışında buna dair bilgi görmedim.

    Diğer taraftan yazılarınızda gördüğüm çok büyük bir eksik. Mevcut “fetö” yargılamalarında ortaya çıkan ve doğruluğundan şüphemin olmadığı cemaat içi hiyerarşik şemadaki insanları sizin yazılarınızda göremedim. Bu kadar yukarda oynanan oyunlarda o isimlerin de olması gerekirdi. Aksi takdirde Mustafa Özcan ve türevlerinin cemaat birimlerine tepeden değil; bu birimlere içeriden paralel olarak tesir ettiği sonucu çıkar.

CEVAP VER

Yorumlarınızı giriniz!
Buraya isminizi giriniz