Son

cemaat

Bir yanı ile 5 yıl gibi uzun bir süre geçti; ama diğer yandan her şey o kadar taze ki…

Tarihin en karmaşık komplolarından biri olarak bu kadar bilinmezin olduğu bir yerde, belki hadiselerin biraz daha aydınlanmasını beklemek gerekebilirdi. 

İngiliz tarihçi Edward Gibbon‘un, “Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi”nin önsözünde söy­lediği gibi, “Cüret ettim, belki de acele ettim, belki de kusurlu sıfatını her anlamda hak edecek bir iş çıkardım ortaya.” 

Böyle düşünenler olacaktır.

Bilhassa Cemaat gönüllüleri içerisinden.

Ne ki ben bu yazı dizisi için aynı kanaatte değilim.

****

İki sebepten.

Bir: 5 yıl boyunca yaptığım bütün araştırmalar, aslında aynı şeyi söylüyor ve ulaştığım her bulgu, bu tezi daha da destekliyor. 

Nedir o?

Madalyonun iki yüzü de gerçek.

Erdoğan rejiminin oynadığı oyun da gerçek, Cemaat içinde bir kanadın Gülen’i de inandırarak bir kalkışmanın içine dahil olduğu da…

Erdoğan’a ‘bastırabileceği’ bir ‘darbe’ lazımdı; Cemaat’e de Erdoğan’ı indirecek herhangi bir şey…

Bu bence artık çok net. 

Bu olayda hiç kimse masum değil.

Bazıları daha az suçlu olabilir, o kadar.

Fakat işin bütün boyutları ile ilgili bilinmeyen çok şey var hâlâ. 

Ortaya çıkacak daha çok gerçek, ifşa olmayı bekleyen daha çok sır var.

Cemaat ayağına ilişkin yazdıklarım, artık varlığından emin olduğum bir takım olaylara dayandığı için acele olduğunu düşünmüyorum.

Hele hele AKP yandaşlarının daha ilk dakikadan Cemaat’i; Cemaat gönüllülerinin de ilk günden Saray rejimini fail ilan ettiği bir süreçte, 5 yıl sonra bunları yazmak hiç de acelecilik sayılmaz.

Artık bazı taşlar yerine oturdu çünkü.

İki: Erdoğan rejiminin devrileceğine dair göstergeler her geçen gün artarken Cemaat’in kendi ile yüzleşmeden sonraki sürece adım atmasının mahzurlu olduğuna inananlardanım.

Bu hem iyileşmenin önünde bir engel hem de sağlıklı bir yeni başlangıcın…

****

Tam tersi de kendisi ile aynı ölçüde doğrulanmaya müsait, kendisi ile aynı oranda ispatlanmaya elverişli, dolayısıyla kesin çözümü belki de hiç mümkün olmayacak bir antinominin içerisindeyiz.

15 Temmuz öyle bir olay ki, bunun hükümetin bir komplosu olduğunu ortaya koyabilecek epeyce veri de var; Cemaat’in bir kalkışması olduğunu gösterecek ciddi veriler de…

Bu zıtlığı, bu çelişkiyi, ancak her iki tarafı birlikte ele alarak daha anlaşılır hale getirebiliriz.

Ve bu süreçten ‘doğruluk’tan başka çıkış yok.

15 Temmuz’un ne olduğunu anlamak istiyorsak, iki tarafa da kulak kabartmalıyız; her ikisinin de söyledikleri doğru.

Fakat her iki tarafın kendi tabanlarından sakladığı gizler de var.

Ve gerçek işte tam bu bölgede öylece duruyor.

Her iki tarafın gizlediklerinin ne olduğunu öğrenirsek 15 Temmuz’un ne olduğunu da görmüş olacağız.

****

Ancak takdir edersiniz ki bunun önünde büyük engeller var.

Onların başında da sürecin halen çok acımasız bir şekilde devam ediyor oluşu geliyor. Masum kadınlara, çocuklara, yaşlılara, engellilere ve bebeklere kadar musallat olmuş bir toplu cezalandırma varken gerçeklerle kimse ilgilenmez.

İşkence çığlıkları altında hakikatin sesi duyulmaz.

Duyulsa da kimse kulak kabartmaz.

İkinci zorluk; her iki tarafta da sayıları hayli fazla olan ‘kesin inançlılar’ topluluğu…

Onlara ne anlatırsanız anlatın, önlerine nasıl bir belge, nasıl bir bilgi koyarsanız koyun, zerre etkisi olmuyor.

Hani Nasrettin Hoca hep aynı telden çalıyormuş ya; bir gün “Hoca sen niye hep sazın aynı teline vuruyorsun? Bak diğerleri gibi diğer tellere de vurman lazım,” denince cevabı şöyle yapıştırmış: “Onlar doğru teli aradıkları için ha bire ellerini gezdirip duruyorlar. Ben doğru teli bulduğum için başka tel aramama gerek yok.”

İşte bizde de ‘sazın doğru telini bulmuş’ epeyce insan var. Onlara saz da söz de kâr etmez.

Nietzsche’nin, “Gerçeklerin karşısında yalanlar değil, inançlar vardır,” tespitinin doğruluğunu burada da görüyoruz.

Ancak şunu da unutmamak gerekir ki; “Gerçeği, inanmayarak ve kuşku duyarak yakalayabiliriz; böyle çocuksu bir tavırla ‘keşke öyle olsa’ diyerek değil…”

Temennilerle, romantik hayallerle, mistik beklentilerle veya siyasi hesaplarla, ideolojik saplantılarla, kesin inançlarla ya da taraftarlıkla gerçeği bulamazsınız.

****

Hele bu bir de ‘din’ ile birleşince ve tarafların ikisi de haklılığını din üzerinden tarif edince, gerçeğe ulaşmak büsbütün zorlaşıyor. 

Çünkü ‘dinle savaşıyormuşsunuz’ gibi bir durumla karşı karşıya bırakılıyorsunuz.

Tabii inançlar kadar duygusallık da bir diğer mania.

Aidiyetlerden ve asabiyetten sıyrılarak, “Platon’u severim, Sokrates’i de severim ama en çok hakikati severim….” diyebilenlerin sayısı çok az.

****

Mensubiyetlerimizi ve hislerimizi bir kenara bırakarak baktığımızda manzarayı biraz daha net görebileceğiz aslında.

Biraz daha yukarıdan ve biraz daha soğukkanlılıkla…

15 Temmuz’un öncesine ve sonrasına bir bakalım…

Türkiye’de kurucu bir akıl, bir yerleşik düzen vardı.

Gülen Cemaati buna çomak soktu.

Açtığı okullar, yetiştirdiği talebeler ve elde ettiği mevkilerle kurulu düzeni temelden sarsacak güce ulaştı.

Bu yüzden de kökü kazınması gereken bir düşmana dönüştü.

Doğu Perinçek’in de defaatle vurguladığı üzere 28 Şubat’tan beri hedefteydi.

Fakat 28 Şubat’ın yapamadığını hem Cemaat’ın kendi içinden hem de kendi mahallesinden birileri yapacaktı.

AKP iktidarı ile beraber gücü tadan Cemaat, zehirlenme yaşamaya başladı.

“Onlar da bizlere şunu şunu yaptı” diyerek başlayan meşrulaştırma süreci, hızlı bir yozlaşmayı da beraberinde getirdi.

Aliya İzzetbegoviç, “Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir,” demişti.

Bu da kendisini, yani Cemaat’i yok etmek isteyenlerin işini kolaylaştırdı.

****

Resmî olarak dersanelerle başlayan bir süreçte, aradan 8 yıl geçtikten sonra etrafınıza baktığınızda bugün dersanelerin açık olduğunu ve kimsenin bununla bir problem yaşamadığını görüyorsanız, olan bitene yeniden tecessüsle bakmanız lazım.

Demek ki mesele dersane değilmiş.

O işin bir bahanesi idi.

Büyük bir ameliyat oldu bu ülkede. Çok büyük…

15 Temmuz sadece bıçağın vurulduğu masaydı.

Hani tarih okumalarında, bir olayı sonrasında yaşananlarla birikte değerlendiririz ya; nelere yol açmış, sonrasında ne gibi değişiklikler olmuş, hangi kırılmalar yaşanmış gibi…

Şimdi de sonrasına bakalım…

Burada da kayıplar ve kazançlar hanesine göz atarak belki daha isabetli bir okuma yapabiliriz.

“Bu süreçte ben profesör olacağama bir albay olsaydım daha fazla hizmet ederdim,” diyen Osman Özsoy, darbeyi ima ettiği konuşmasında, “Allah bu ülkeyi aydınlığa çıkaracak. Türkiye’ye bir şey olmaz,” diyordu ama çok şey oldu. 

Her tarafı karanlık kapladı.

15 Temmuz akşamı batan güneş, o gün bugündür doğmadı.

Türkiye kısa vadede kolay kolay belini doğrultamayacak bir hale geldi.

****

Neler oldu mesela?

Birbiri ile bağlantısız olsa da ‘kaybedenler kulübü’nde toplananlara bakalım.

Genel olarak Türkiye kaybetti.

Türkiye’nin millet olma iradesi kaybetti.

Türk ordusu kaybetti. Silahlı Kuvvetler büyük oranda siyasi bir kurum haline geldi ve kabiliyetleri büyük bir kayıp yaşadı.

Dil bilmeyen, vasıfsız, yeteneksiz, yürümesini bile bilmeyen askerlerle doldu. 

Demokrasi kaybetti, hukuk kaybetti, temel hak ve özgürlükler kaybetti.

Türkiye dengesini kaybetti, rotasını kaybetti, vicdanını kaybetti, sağduyusunu kaybetti.

Bir kaç nesil düzelmeyecek düşmanlık ve kin tohumları ekildi.

Zaten bir ‘millet’ olmakta zorlanan bu ülkenin sosyolojik kümeleri, birbirinden daha da uzaklaştı. Belki birbirine en yakın iki kesim; aynı kökten, aynı dinden, aynı mezhepten olmasına rağmen AKP ve Cemaat tabanı bile nesillerce sürecek bir kan davasının tarafları haline geldi.

Geniş bir eğitimli kesim doğrandı. Yarısı hapislere atıldı yarısı yurtdışına çıktı. 

Kalanlar ülkeye de millete de faydası olmayacak hale getirildi.

Kimsenin yarınlara inancı kalmadı.  

Sadece inancı değil, sevgisi de kalmadı.

Tam tersine, dinmez bir öfke ve tiksinti kaldı.

Türkiye beynini kaybetti.

Yolunu, yönünü, sözünü kaybetti.

Vandalizm, şovenizm, popülizm yükseldi.

Daha önce de bir yazıda dediğim gibi, 

“Kör topal, yarım-yamalak bir ‘demokrasimsi’miz vardı; onun da fişi çekildi, mevta oldu.

Şöyle böyle, ağır aksak bir ‘hukukumtrak’ vardı; siyasete köpek oldu. 

Bir kısım-mir kısım ama gene de iyi-kötü bir medyamız vardı; yandı bitti kül oldu.

Rövanş peşinde koşan sosyal gruplardan oluşuyorduk zaten; ama baba oğula, karı kocaya, kardeş kardeşe, komşu komşuya düşman, bir acayip millet-i müteferrik oldu.

Kurumların içi boşaldı, kıtipiyoz bir teneke dekora döndü. 

Devlet hep çeteydi ama haydutluğu hepten beynelmilel sokağa döktü.

Değerler tepetaklak oldu, memleket büsbütün Flash TV stüdyosuna döndü.

2018 model, Türk tipi bir diktatörlüğümüz oldu. 

Dünyanın en nefret edilen, en kirli adamlarından biri, ‘ümmete lider’ diye baş tacı oldu.

Başkanlığı getirdi, huzuru götürdü.  

5 yılda Türkiye, bir daha alnından silemeyeceği utançların yurdu oldu.”

Paramız pul, ekonomimiz dip, hayallerimiz çöp oldu.

****

Başka?

Cemaat kaybetti, AKP kaybetti, dindarlar kaybetti. 

AKP ile Cemaat, düelloda birbirini yok ederken, iddialarının tam aksine, insanların dinden uzaklaşmasına neden oldular. 

Ateizm, deizm artarken bunda AKP ve Cemaat’in müthiş bir rolü oldu.

Erdoğan’ın muhtemel bir kaybının ardından AKP, diğer dini grup, tarikat ve cemaatler de tasfiye edilir.

Daha seküler bir evre başlar. Cumhuriyet’in 100. Yıldönümünde Türkiye fabrika ayarlarına dönüş yapar.

Kısa ve orta vadede bir daha ‘dinî’ olan hiç bir şey bu ülkede karşılık bulamaz.

Daha mı iyi olur, daha mı kötü, o ayrı bir tartışma konusu.

****

Peki kimler kazandı?

Derin devlet mesela.

90’lardan bile daha güçlü şu anda.

Görece olarak Avrasyacı kanat kazandı.

Rusya nüfuz alanını genişletti. Türkiye’ye hiç kullanmayacağı S-400’leri sattı.

İngiltere kazandı. Bir çok askeri ihale aldılar. Hem bölgede hem Türkiye içinde alanlarını genişlettiler.

İngiliz büyükelçisi kazandı. 15 Temmuz’da Ankara Büyükelçisi olan Richard Moore, terfi ederek Birleşik Krallık dış istihbarat teşkilatı MI6’in başkanı oldu.

‘Türkiye’nin başında bir sürü açığı olan bir tek adam olsun, biz de istediğimiz tavizi koparalım’ diye bakan bütün ülkelerin istediği oldu.

Herkes kazandı.

Ama Türkiye kaybetti.

****

Fotoğrafı ben böyle görüyorum.

Bu büyük bir ameliyattı.

Böyle bir final için Cemaat içeriden adım adım 15 Temmuz’a sürüklendi.

Bunda kendi iç arızalarının ve yozlaşmanın ciddi kolaylaştırıcı etkisi oldu.

Mustafa Özcan’a yakın bir ekip önce Cemaat’te tasfiyeler yaptı, sonra da darbe oyununa bulaştı.

Adil Öksüz, darbeden 6-7 ay önce “Kara Kuvvetleri İmamı” olarak Cemaat’in TSK’ya bakan bütün mahrem birimlerinin tepesine atanınca Mustafa Özcan, “Hocam, talebeniz sizi mahcup etmeyecektir,” demişti.

Fakat o da öyle olmadı.

Fethullah Gülen daha sonra, “Ben bilmiyorum Adil diye birisi…” dediğine göre mahcubiyeti fazla olmalı.

Ama ne fayda!..

Ba’de harab-ül Basra!

****

Benim bu yazı dizisinde hedefim kişiler de değildi aslında.

Cemaat’in sorununun sistemik olduğu görüşünü bu yazı dizisinden çok önce dile getirmiştim zaten.

Gülün Adı’nda William, “Bernardo’yu suçluları ortaya çıkarmak değil, sanıkları yakmak ilgilendiriyor,” diyordu.

Derdimiz sanıkları yakmak değil.

Sadece yaşananları bütün çıplaklığı ile ortaya koyabilmek.

****

Cemaat bundan sonra bir karar verecek.

Bu gerçekleri hasır altı ederek, zamana oynayarak, unutturmaya çalışarak, ‘kalan sağlarla’ yola devam mı edecek yoksa bir tövbe ve yüzleşme ile yepyeni bir formatla, yepyeni bir anlayışla, temiz bir sayfa mı açacak?

Rosa Luxemburg, “Bir yapıda eleştiri ve özgür düşünce ortadan kalkarsa geriye sadece bürokrasi kalır,” demişti.

Cemaat’in 15 Temmuz dramının nedeni biraz da burada saklı.

Koskoca Sovyetler’i yıkan bu gerçek, Cemaat’e de büyük bedeller ödetti.

Belki tek başına iyi işleyen bir bürokrasi de kurtarıcı olabilirdi.

Fakat o ‘bürokrasi’, tam da Max Weber’in tarif ettiği gibi bir rasyonel otoriteye değil de karizmatik otoriteye dayanıyorsa yerini kollektif irrasyonaliteye bırakabilmekte.

Neden?

Çünkü her şeyin en iyisini, en doğrusunu düşünen “aşkın” bir otorite zaten vardır ve aslolan onun kararlarını sorgulamak değil, harfiyen yerine getirmektir.

Bu da zamanla bir körleşmeye ve akıl tutulmasına yol açabilmektedir.

Bilhassa da ‘seçilmişlik’ sendromuna yakalanmış hiçbir grupta bundan kaçış mümkün görünmüyor.

Çünkü süreçler daha çok akıl yolu ile değil duygu yolu ile yürümekte. 

****

Artık yazı dizisini bitirirken şunu bilhassa not etmek isterim.

Gerçekten hakikati arayan bir azınlık dışında yazdıklarım kimseyi memnun etmedi.

Kimileri Fethullah Gülen’i kolladığımı, kimileri de suçladığımı söyledi.

Bazıları “Fethullah Gülen bir suçludur, darbe emrini o verdi” demediğim için; bazıları da “Hocaefendi masum. Hiçbir şeyden haberi yoktu. MİT’e angaje olmuş küçük bir grup Cemaat’i darbeye bulaştırdı,” demediğim için kızdı.

Oysa elimdeki bilgiler bunlardan ikisini de tam olarak söylemiyordu.

Ben ulaştığım bilgilere göre yazdım. Bunlardan herhangi biri olsaydı, o şekilde yazardım.

Çünkü hakikat, hiçbir hatıra feda edilemez.

Bu konu, ne dünün ne de yarının hesaplarına kurban edilmeli.

Hepimiz biliyoruz ki 15 Temmuz gecesi Kadıköy‘de, Cihangir’de, Bağdat Caddesi’nde “asker Tayyip’e darbe yapıyor” diye sevinenler, sokağa dökülenler oldu. 

Veya belki Tayyip Erdoğan yakın gelecekte Türkiye’ye öyle şeyler yaşatacak ki, 15 Temmuz gecesi darbeye karşı caddelere çıkanlar içinden bile “Keşke bu adam bu noktalara gelemeseymiş, keşke bir şey olsaymış da zamanında iktidardan gitseymiş,” diyenler çıkacaktır.

Erdoğan öyle kötülükler yapacaktır ki belki, insanlar 15 Temmuz’u Hitler’e karşı yapılan başarısız darbe girişimi gibi anacaktır. 

Kim bilir…

****

Veya Cemaat’in yurtdışına çıkan gönüllüleri yıllar sonra öyle noktalara gelecektir ki, “O yaşadığımız süreç bir bitiş değil, başlangıçmış,” diyecekler.

Çocukları veya torunları öyle eğitimler alacaklar, öyle diller konuşacaklar, öyle başarılar elde edecekler ki parmakla gösterilir hale gelecekler.

Gelişmiş Batı ülkelerinin demokrasi, hukuk, şeffaflık, insan hakları, dürüstlük, temel hak ve özgürlükler alanındaki standartlarını özümsemiş, içselleştirmiş yeni nesiller, var olan kendi değerleri ile bunları buluşturarak belki parlak bir başarı hikayesinin kahramanları olacaklar.

O zaman belki 15 Temmuz cehenneminin yaşattığı acıların yanında bu yönüyle de bir hayra vesile olduğu konuşulacak. 

Belki o günlerde 15 Temmuz bambaşka şekillerde ele alınacak ve tartışılacak.

****

Peki öyle olacak diye bugün 15 Temmuz’un gerçeklerini konuşmayacak mıyız?

Tarihe neyi emanet edeceğiz?

Yalanları mı doğruları mı?..

Ve o tarih geldiğinde Cemaat nerede olacak?

Bu yeni nesillerin, içinde yer almak isteyeceği bir daire mi olacak, yoksa yan yana anılmaktan dahi rahatsız olacağı bir yer mi?

Buna, Cemaat’in bugünü karar verecek.

Bunu bugünkü kararları ve tavırları belirleyecek.

Buradan doğruluktan başka çıkış yok.

Şikago Yedilisi’nden Abbie Hoffman, 18. Yüzyıl Amerikalı düşünürü Thomas Paine’den alıntı ile, “Ülkemiz doğru ise, doğruluğunu koru; ama yanlış ise, o yanlışları doğruya çevir,” demişti. 

Bunu anlamak o kadar zor olmasa gerek.

-BİTTİ-

ahmetdonmez.net\\\\\\\'e Patreon ile destek olun..
Become a patron at Patreon!

21 YORUMLAR

  1. Eger bir yerlere angaje degilsen sen bu kapasite ile roman falan yaz, zira cok fazla kul hakkina giriyorsun. Sahsi tutkularin ve kaprislerin gozune perde olmus kendi yanlislarini goremiyorsun. Ama bence hala senin birilerinin amacina bilerek yada bilmeyerek hizmet ettigini dusunuyorum.

  2. Sözü işi güzel bağlamışsınız. “DOĞRULUK” Allah cemaatin başındakinede doğruluğu ilham edip, “hata ettik ; Allah ım affeyle” demeyi nasib ederse işin sonu iyi olur.Değilse birinci tasvirdeki gibi memleket için kötü olur.Bizde baştaki o şahsın iyilikleri hürmetine ona bunu nasip etmesini Allah tan dileyelim.
    Amma siyasi sahada olduğu gibi manevi sahadada herşeyin gelip TEK ADAMA bağlı olmasıda ayrı bir acı ve felaket .
    Bu marazdan kurtulmayı dua etmekte millet için duamız olsun.

  3. Çok teşekkür ederim. Gerçeğin görünmesi için verdiğiniz emek inanın hiç unutulmayacak. Bu uğurda bir ömre bedel çaba sarfetiniz. 1400 yıldır pratikte tahrif edilmiş dinin gerçek yüzünü insanlığa göstermek bu çileyi çeken ve bu nesilden gelenlere nasip olacağına inanıyorum. Zincirin ilk halkasını örmek size nasip oldu.

  4. Bir örgüt soru çalıyorsa bu adi bir suçtur ve ortada bir çete vardır

    Bir örgüt soru çalıyorsa ama bu çaldığı soruları zaten kazanacak olan kişilere veriyorsa orada Terör Örgütü vardır, hiç basit bir suç örgütü değildir, insanları gebe bırakmak için 40 yıllık plan yapan arkasında başka ülkelerin istihbarat zekası olan çok büyük bir projedir.

    Cemaat 2.sini yaptı baştan beri her şeyi en ince detayına kadar projelendirmiş bir yapı. 1986’larda soru çalmaya başlayıp zaten kazanacak 14 yaşındaki bu çocuklara iradelerini 50 yıl ipotek altına almak için verilen sorular, o soruları vermek için tabanı ikna etmek için her kademeye söylenen ayrı ayrı yalanlar kimine Perinçekçiler çaldı bu sene kendi hakkınızı korumak için çalın, kimine sadece askeriyede ve poliste bunu yapıyoruz oralar hususi olduğu için diyip KPSS, Ales, YDS hatta tus sınavını bile dememek. Her şey en ince detayına kadar düşünülmüş istihbarat zekasıyla hazırlanmış 40 yıllık bir proje. Kült yapılar taklit edilmiş, her türlü beyin yıkama taktiği kullanılmış.

    Sonuç olarak Mit’in Said Nursi’yi keşfetmesiyle başlayan yeşil kuşak projesi Komünizm sona erince, Mit hem MHP hem sağ hem Gülen gibi yapıların ipini bıraktı. Gülen’in ipini de o dakikadan sonra ABD almış görünüyor, Türkiye’de 2002 tezkereye karşı çıkmasının cezası Avrasyacıların hepsi Ergenekon Balyoz’da tasfiye edildi. Kürt devletine karşı çıkan tüm Türkçüler, Ülkücüler, Kemalistler tasfiye edildi ve vesayet denen derin devlet denen ama siyasal islamın karşısındaki tek kaleyi ABD gülencemaati-akp-kürtler-2. cumhuriyetçilerin ortaklığıyla yıktı. Ama Erdoğan sözünde durmadı 2013’ten sonra işler değişti, bu sefer cemaat ile akp’ye ders verme süreci başladı darbe ile bu süreç bitti. Darbe baştan beri başarısız olması için miydi yoksa abd’ye rağmen mi başarısız oldu bilinmez. Haliyle Avrasyacılar güçlendi. İster komplo teorisi diyin ister ciddiye alın, Gülen cemaati baştan beri proje bir yapıydı, güç zehirlenmesi yok en baştan soru çalma ve beyin yıkama var en baştan çekirdeği husisi hizmetlerin aldığı kalan her şeyin onu gizlemek için olduğu bir yapı var. Bu yapı en baştan proje olduğu bilindiği için de en baştan okullarına dershanelerine karşı olan bir devlet bir kilik var. O kilik avrasyacı değildi. farkı kesimlerden insanların toplandığı bir kilik ama haklı çıktılar hem gülen cemaati için hem tarikatlar için bunların derdi din değil devleti ele geçirmek suç işlemek derken haklı çıktılar. Laik yapıyı tehdit eden unsurları tehdit görürken haklı çıktılar. Haklıydılar çünkü biz inandığımız İslam dinini bilmiyoruz Said Nursi’yi okurken iman-hayat-şeriat aşaması gelecek derken bu sözlerle laik yapıyı tehdit ettiğimizin farkında değiliz bize göre İslam tek gerçek ve toplumu dindar yapmak lazım ama Laik yapıya göre bu ülkenin Taliban gibi olması olabilecek en kötü şey bizler ise bir avuç saf kesin inançlı salağız ve biz laikliğin önemini 15 temmuzdan sonra gördük. Devletin temellerini sarstık bir proje olarak, asrı saadet ayağına ülkede İran devrimi gibi şeyler düşündük yada düşünmesek bile ona hizmet ettik haliyle devlette bize reaksiyon verdi. Tabi bu anlattıklarımın hepsi 2010’a kadar böyleydi sonrasında devlet falan kalmadı laik yapı da devlet de yıkıldı ERDOĞAN ülkesine döndük tamamen ve o da acımasız umursamayan biri, dindar insanların ne kadar ahlaksız olacağını gösterdi

    • Gayet güzel izah etmişssiniz. İki eksik noktayı tamamlamak gerekli;
      1. Ahmet Dönmez’in analizleri oldukça isabetli, ancak önemli bir noktayı gözden kaçırmış veya kasten yazmamış. 15 Temmuz’un başarısız olacak şekilde idare edilmesinin temel sebebi İngiltere’dir. Çünkü kavga ABD ve İngiltere arasındadır. Her ikisi de 2023 akabinde hilafet projesini kendi Halife adayı ile yönetmek istediğindan çatışma kaçınılmaz olmuştur.

      Halk tabanı için “inanılmaz” gibi görünse de, Birleşik Krallık sömürge bakanı (yeni adıyla Commonwealth bakanı) pek çok defa Ankara’yı ziyaret ederek durumun kontrolünü ele almış, ekselanslarına bağlı bir ülkede Londra’nın onayı olmadan darbe yapılamayacağını ABD’ye acı bir ders vererek kanıtlamıştır.
      https://hakikatibileceksiniz.blogspot.com/2016/11/adil-oksuz-mu.html

      İkna olmak isteyenler makalenin tamamını okuyabilir.

      2. Fetullah Gülen’e yol verilmesinin sebebi İran karşıtlığıdır. 1979’da Humeyni devrimi ile İngiltere İran petrolünü kaybedince acı bir gerçekle yüzleşti. Orta Doğu’da “din” en önemli faktördü ve bağımsız bir İran komşu ülkelere de ilham olacaktı. 80’lerin başında Türkiye’de İran sempatisi hızla artıyordu. O yıllarda İslami kesim olaya mezhepçi açıdan bakmıyordu, şii-sünni ayrımı olmadığı gibi İran’ın başarısı İslami bir zafer olarak görülüyordu. Yaşı müsait olanlar hatırlar “İrancı” lafı o dönemde ortaya çıktı, medyada paranoya başladı, yerli yersiz irtica haberleri moda oldu. Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde sıkça görülen “Türkiye İran olmayacak” manşetleri devletin derinliklerindeki korkuyu yansıtıyordu.
      https://hakikatibileceksiniz.blogspot.com/2018/08/fransa-baglants-ii.html

      İşte tam o yıllarda sihirli değenek Fetullah Gülen’e de dokundu. Eğer Türkiye’de İslami faaliyet olacaksa bu İran karşıtı olmalıydı, NATO emir buyurdu, paşa hazretleri hocayı anında serbest bıraktı. Artık Türkiye’nin kendi cemaati vardı, üstelik hem mezhepçi hem milliyetçi idi. Tam ABD’nin istediği gibi…

  5. ahmet bey yazı diziniz bu yapının gizli servis gibi çalışmasını amacına ulaşmak için her türlü suça bulaşmasını açıklamıyor kardeşim (benim bir şey dikkatimi çekerdi o zamanlar cemate mensub gerek müşterilerimden gerek arkadaşlarımdan birbirlerini tanımayan insanlardan bir konu hakkında mesala hakan fidan , iran, mit tırları konusunda benimle tartışırken aynı cümleleri kurarlardı karşımızda bir gizli servis vardı ) . Dediğnize katılıyorum ilerde en az on onbeş yıl gerçekleri amarika israil ve cemaatin ileri gelenlerinin yazdıklarından öğreneceğiz . bu yapı çıkara dayalı masonik bir yapıdır alt kademe belki bilmiyordu ama kabul edelim işine geliyordu soru çalmadan adam kayırmaya her türlü melanet mevcuttu. ‘hocaefendinin’ bedduasıyla bitirelim . KİM BU MİLLETİN DEVLETİN ALEYHİNE ÇALIŞIYORSA KİM YALAN SÖYLÜYORSA . EVLERİNE ATEŞLER YAĞSIN PERİŞAN OLSUNLAR. AMİN

  6. Güya kendi söylemi ile 20 yaşında iken yaptığı ülkeyi ele geçirme planı memleketi ve insanımızı rezil kepaze etti.Bu ne iktidar şehveti ki milyonlarca insanı etkileyen böylesi bir kötü durumda dahi ekranlardan yalan söylemeye Allah a karşı yalan beyanda bulunmaya devam ediyor.Demek ki hala ve belki de en baştan beri olan Fethullan Gülen RUHU gündemi belirliyor.Tevbe etmeye ve uslanmaya niyeti yok bu F.G.RUHU nun.Allah ıslah etsin ne diyelim hakkımızı asla helal etmiyoruz bu darbeye onay veren ve bu darbe yolunda çaba gösterenlere.

  7. El-Kaide için güzel bir yorum okumuştum
    ” Bizler Uluslararası istihbarat örgütlerinin gayri meşru çocuğuyuz ” diye…
    Sizin 8 aylık 37 bölümlük yazı diziniz sonrası geldiğim duygusal noktayı yukarıdaki söz çok güzel özetliyor.
    Bizi uyandırdığınız için Allah sizden ve sevdiklerinizden ebeden razı olsun.
    Size laf çakanlarıda gülenin o bal akan ağzı ile cevap verelim “Boş verin onları siz Salyalarını akıtıp gezsinler…”🙉🙊🙈

  8. Ahmet Dönmez’in yazı dizisi herşeyden kopuk, tek başına ele aldığınızda mantıklı/doğru görünen ama dışarıyla, başka parçalarla, büyük hikayeyle vs. karşılaştırdığınızda veya bütünleştirmeye çalıştığınızda bir anda geçerliliğini, uyumunu yitiren bir anlatı. Bu anlatı, hem 15 Temmuz’la ilgili ortaya çıkarılan sayısız olguyla hem AKP dönemi konjonktürle hem AKP’den çok önceye giden devlet epistemesiyle hem de Cemaate hakim epistemeyle uyuşmuyor. Anlattıklarının ne içeriği, niteliği ne de mevcut resmin bütününe oransallığı güvenilir. (1) Kenarları, köşeleri, rengi ve sairesiyle içine oturabildiği, bütünleşebildiği tek yapboz, rejime ait olan.

  9. Bir anlatının içindeki şuyu-vuku dengesinde şuyu kısmı ağır basıyorsa, spekülasyon-teyid dengesinde spekülasyon ağır basıyorsa, gazeteciliğin “haber ve sunumu” dengesinde sunumsallık ağır basıyorsa, orada anlatı etik geçerliğini, etik saygınlığını kaybetmiştir. Ahmet Dönmez’in yazı dizisi ne yazık ki öyle iddia edildiği gibi bir cesaret, yüksek karakter veya etik dışavurumu değil. Aksine sorumsuzca, sonuçları hesap edilmemiş, hem ilgili hem de ilgisiz insanların haklı-haksız zarar görme olasılıklarını göz ardı eden, belki artıran bir anlatı. Etik sadece ne yapmak istediğinizle değil, işinizi nasıl yaptığınızla ve sonuçlarıyla da ilgilidir. Örneğin, bu yazı dizisini savunanlar, Ahmet Dönmez’in niyetinin Cemaat’i aklamak olduğunu veya yazdıklarının buna hizmet ettiğini iddia ediyor. Oysa, aylarca sürdüğü halde bu yazı dizisinin halihazırdaki devlet teröründe azalmaya veya kollektif ceza söyleminde değişikliğe vesile olduğuna dair hiç emare olmadığı gibi, aksine en fazla yine devlet terörü icracılarınca başvurulduğunu görüyoruz.

  10. Hukukta “Suçlu olduğu kanıtlanana kadar herkes masumdur” ilkesi vardır. Ve suçun kanıtlanmasıyla ilgili standartlar bellidir. İddia, kanaat, duyum gibi şeyler kanıt değildir. Ve ortada materyal kanıt yoksa, suç gerçekte işlenmiş olsun veya olmasın, kişilik haklarına saygı göstermek, kişi veya kişileri karalamadan kaçınmak, onları nefret hedefi haline getirmekten sakınmak da hukuk ilkesidir. Ne yazık ki söz konusu yazı dizisinde bu çok basit hukuk ilkelerine riayet, saygı veya hassasiyet gösterilmedi. Aksine çok sayıda insanın kişilik haklarına çirkince ilişildi. İddia edilen suçları işlemiş olma ihtimalleri bile bu gerçeği değiştirmez çünkü ortada kanıt, adil yargılanma veya savunma yok. Buna karşılık, “O kişiler de cevap versin, hesap versin, çıkıp konuşsun” denebilir. Böyle bir dayatma veya talep de yine hukuka aykırıdır. Batılı hukuka göre; bir insan üzerine atılı suçları işlemiş olsun veya olmasın, eğer adil yargılanma şansı yoksa, kötü muamele veya işkenceye uğrama ihtimali varsa, sessiz kalma hakkına sahiptir. Oysa söz konusu yazı dizisinde eleştirilen kişilerin, iddia edilen suçları işlemiş olsun veya olmasınlar, adil yargılanma şansları olmadığını, kötü muamele ve işkenceye maruz kalacaklarının neredeyse kesin olduğu biliniyor, buna rağmen yazı dizisi vasıtasıyla linç yürütülüyor. Linç kelimesi bu yazı dizisinde yapılanı tam karşılayan kelime çünkü linç yargısız infaz demektir.

    • Komiksin kardeş hemde çok komik okuyucunun aklıyla güya alay ediyor, kendini akıllı zanneden aklını kiraya vermiş çok bilmiş kiralık kalem.
      Mahremin maşası seni.
      Ahmet Dönmez i eleştirerek suyu bulandıramazsın alan aldı bu yazı dizisinden mesajını boşuna kötü nefesin ile ortamı kokutma.

  11. “Bazıları daha az suçlu olabilir, o kadar”, belki de nefsi müdafaa ….

    Kesin olarak bilemiyorum. Ama emin olduğum iki şey var; 1- değer verilen insanlar kendilerine güvenenleri bozuk para gibi harcadılar; 2- fırsat bekleyen zalimler de dişlerinin kirasını istediler.

    Bir insan hem alevi, hem kürt, hem de cemaat gönüllüsü olduğu için zulüm görürse, artık yeter der ve kader imkan verirse o iki kesimin de “üstünü toprakla örter”….

    Minübüste arka koltukta oturanlara kulak misafiri olan babanızdan, o gençlerden, size o battaniyeyi verenden, sizden, yiğitleri doğuran analardan ve de onları yetistirenlerden Allah razı olsun ve yolunuz hakikatten şaşmasın.

  12. Ahmet bey bu zeytinyağı denilen Allah’ın belası mahremin /illetin/cerahatin güneş gibi varlığını ortaya koydunuz. Bırakın bir kısım insanlar bu gerçeklere gözlerini kapatsınlar. Onlara ne yapsanız olmaz kördürler, sağırdırlar, Kuklacının/hipnozcunun hipnozundan kurtulamazlar.

    Ha bu arada mahrem denilen cerahat patladımı ? Ne yazık ki Hayır. Sizin tespitlerinizden sonra mahrem denilen hücre tipi yapılanma/cerahat iyice aklınca tedbir zırhına büründüler. Ta ki Avrupa ve benzeri ülkelerde YENİ BİR 15 TEMMUZA YOL AÇANA KADAR.

    Sizin yazılarınızdan sonra aklını kullanan birçok kimse ”MAHREM YAPI VARSA // ŞEFFAFLIK YOKSA” diyerek çok şükür yollarını ayırdılar.

    Yeni bir 15 Temmuz yaşamak istemeyenler yolunu ayırır, yok illa devam etmek isteyen yine belasını bulur ve Yolun Kaderi masalları ile uyumaya devam eder.

    Allah sizden ebeden Razı olsun. Bunca engelleme /karalama/ yalnızlaştırılma / mobinge ve aforoza rağmen Hakkın ve hakikatin yanında oldunuz. Siz vazifenizi yaptınız biz size ahirette şahidiz.

  13. Ahmet bey bu kadar çok mahrem ve mahrem yapı ile ilişkili kişilerle konuştuktan sonra keşke Şehid Muhsin Yazıcıoğlu olayına da kapak aralasaydınız.
    Bakalım onun altından ne gibi pislikler çıkacak.
    Yeni yazı dizilerinizi dört gözle bekliyoruz.
    Kaleminize kuvvet.

  14. Bu satırlarda benim son yorumum olsun.
    Kazak Abdal söylesin son sözü:

    Münkir münâfıkın soyu
    Yıktı harap etti köyü
    Mezarına bir tas suyu
    Dökenin de anasını

    Derince kazın kuyusun
    İnim inim inilesin
    Kefen dikmeye iğnesin
    Verenin de anasını

    Dağdan tahta getirenin
    Mezarına götürenin
    Talkınını bitirenin
    İmâmın da anasını

    Kazak Abdal söz söyledi
    Cümle halkı dahleyledi
    Sorarlarsa kim söyledi
    Soranında anasını

  15. Ahmet bey keşke istanbul temsilcisi Akif beye ulaşsa idiniz resimdeki çıplak A.Öküz ile darbe sonrası istanbulda ümraniye de birlikte gaygubet evin de ne yaptıklarınıda öğrenebilse idik.
    Boşuna demedik önce ki yorumlarda Arif olan mı yoksa Akif olan mı bilir?diye!!!
    Ama yinede geç sayılmaz dimi?

  16. Yüreği büyük güzel insan Ahmet bey sana binlerce teşekkür borcumuz var sağolasın.yazılarınız sonraki çevremdeki gözlemlerimi paylaşmak istedim.doğru söze ne demeli.mahrem gerçekten milim değişmedi.aynı şekilde türkiyeden gelen mahrem abilerin takibindeler.evlerde hala nutuk en gözükür yerlerde,salonlarda baş köşelerde hala olmazsa olmaz en kaliteli içkilerden oluşan İÇKİ KÖŞESİ (tedbir maksatlı) mevcut ve 5 vakit namaz kılmalarına rağmen tedbir maksatlı evde tek bir seccade yok, sabah namazları hala ışık yakılmadan karanlıkta kılınıyor,dışarıda namaz kılmak yasak,kurslarda oruçlu gözükmek yasak,başörtüsü ise zaten bu mahreme farz değil,icdivaç hizmetleri tam gaz ve yeni gelen mahremin bekar erkekleri için için başı açık kızlar hazır bekletiliyor,mahrem hanımlarına özel giyim kuşam tedbirlerine devam , evde kur an hariç dini içerikli kitap yasak ,3 kişi harici biraraya gelmek yasak,himmet %10 tam gaz devam,darbeye karışmış olsa dahi bir türlü yurtdışına çıkmışlara her türlü yardım ve burs imkanlarına tam gaz devam,telefon trafiği ve iletişim tedbirlerine tamgaz devam(sohbetlere telefonsuz gitme ve patates telefon hatları ile seyahat),çetelelere tam gaz devam(bu çetele hastalığı yeni bir15 temmuz a gebe) …. velhasılı kelam batı cephesinde değişen bir şey yok…
    yeri gelmişken bu arada namı diğer kozanli ömer kod adlı hain avrupada cirit atıyor,türkiyeyi karıştırdığı yetmedi avrupayıda karıştırmaya devam ediyor bu haine hala kucak açanlara yazıklar olsun
    şimdi anladınızmı Ahmet Dönmez lere ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu.bir değil Ahmet Dönmez in binlerceside gelse malesef bazı kafalar nato mermer kafa ancak ahirette uyanacaklar.

  17. Teşekkür ederim. Gerçekten çok teşekkür ederim. Kafamın için okuyup ve bunu yazıya dökmüşsünüz gibi hissediyorum. Ben 19 yaşındayım ve bu nefretle bu kan davasıyla ben yaşamak istemiyorum. Hakikatleri görmeyeceğimden de çok emindim aslında senelerce, çünkü türk milleti tarihini unutturmak kendi lehine çevirmek, hatta yeniden yazmak gibi şeylerle çok meşhur olmuş bir millet. Hakikatı yazmaktan vazgeçmediğiniz için tekrardan teşekkür ederim.

  18. Öncelikle bu yazı dizisinden istifade edebilmenin temel kuralı mantık ile okumak. Mantık ile okunduğunda hiç bir mantıksızlık yok. Duygularla okunmaya çalışılırsa -ki insanların çoğunluğu aklını değil duygularını dinler- o yüzden tarafgirlik başlar. Tarafgirlik doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterir insana. Cemaat içerisinde gördüğüm şeyleri hatıra getirince Ahmet Şık ın yazdıklarında uydurma diyebiliyorsam yine cemaat içinde gördüğüm şeyleri hatırlayınca da Ahmet Dönmez in yazdıklarına uydurma diyemiyorum. Mutlak doğru demiyorum ama doğruluk payı yüksek diyorum ki zaten yazar da olası senaryolar diye yazdı çıkarımlarını.
    Bu arada mahrem birimlerde görev alanları sıradan cemaat mensupları ile karıştırmak gibi bir hataya düşüyor okuyucular. Bir cemaat mensubu bu suçları bu günahları işlemez diye düşündüğü için onların bilerek suç veya günah işlemeyeceğine kanaat getiriyor. Oysa ki onlar bazı özelliklerinden dolayı seçiliyor. Yani onlar hırslı kişilikler menfaatperest kişilikler, kul hakkına riayet etmeyen kişilikler.

CEVAP VER

Yorumlarınızı giriniz!
Buraya isminizi giriniz